17 Ekim 2013 Perşembe

Bilinmeyen samimiyet...

Hani bazı insanlar vardır bir arkadaş ortamında karşılaşırsın, sana espiri yapmaya çalışır, yerli yersiz samimi olmaya çabalar. Yanında çok rahat küfür eder, seninle çok rahat fiziksel temasa geçer mesela. Sırtına vurur falan "takma b'olum" edasıyla. İşte ben bu tarz adamlara kıl olurum arkadaş. Bunların şöyle bir modelleri daha var, onlar ise genelde sizi ya da yanınızdaki arkadaşınızı 2-3 sefer görmüştür, bir gün gelir okulda, dershanede veyahut bir kafede yanınıza oturup "Aa ben seni şurda görmüştüm!" diye muhabbete girer.

Benim başıma bu olay dershanede gelmişti. Hemde çok ters bir zamanda. Dershanede uzun zamandır tabiri caizse hasta olduğum bir kız vardı. Bir şekilde tanışmış, ismini, sınıfını, gelecek planlarını dahi öğrenmiştim. Muhabbetimiz bundan ibaretti. Fakat kıza deli gibi hasta oluyordum. Bir şekilde bir yerlere bir şeyler içmeye götürmek, daha yakından tanımak, en sonunda da onunla sevgili olmak istiyordum.

Ne yapmalıyım diye düşündüm durdum. Bir kaç kere dershane çıkışlarında kızı takip etmiştim (evet, ettim) Abartısız her gün çıkışta yemek yiyip, tekrardan dershaneye dönüp, ders çalıştığını gördüm. Direkt kafamda bir ışık yanıverdi. Ben de dershaneye dönüp ders çalışmalıydım, bu şekilde hem kızla yakınlaşabilirdim, hem de eksik konuları tamamlayabilirdim. Bir taşla iki kuş!

1-2 kere dershanede kaldıktan sonra kızla artık daha da samimi olmuştuk. Bir gün cesaretimi toplayıp yanında bir arkadaşı daha varken yanına gidip;

- Şey, acaba bugün dershane çıkışı bana ****(hatırlayamadığım) konusunu anlatır mısın?

Diye sormuştum. Kız önce güldü ve tam ağzını açıp cevaplayacakken orta doğu ve balkanların en yavşak insanı aramıza girip; "Kanka ben biliyorum, ben anlatırım lan sana." demişti.

Bu varan 1 di. Asıl mevzuya gelmemiştik.

Sınıf arkadaşımın bu lafı üzerine, kız biraz durdu. Ben ise arkadaşımı hiç sklemedim, tamamen kıza odaklanmıştım. "Tamam" dedi, anlatacaktı konuyu. Tenefüs bitti, sınıflara dağıldık. Ben ise sınıfta kıza neler söyleyeceğimi tasarlıyordum, kurguluyordum. O bana ders anlatıktan sonra bir kaç şey söyleyip buluşmayı ayarlayacaktım. Evet evet, her şey çok güzel olacaktı.

Buluşmadan on dakika önce buluşma noktasına gidip 20 dakika bekleyen erkek modeli vardır ya. İşte onun gibi bende erkenden gittim dershaneye yemek bile yemedim. Açtım kitabı kız gelene kadar ders çalıştım. 45 dakika sonra kız geldi, başladı anlatmaya. Daha doğrusu anlatamamaya. Kız da konuyu bilmiyormuş meğerse. Yarım yumalak anlattı. Yaklaşık 30 dakika kadar sonra bir duygusal moda girdim, başladım konuşmaya.

Tam o sırada bahsettiğim adam geldi. Tanımadığımız halde samimi olan adam. Ön sıramızı işaret edip boş mu dedi. Benim bu hayattaki pişmanlıklarımı saysam en başta söyleyeceğim şey bu yavşağa "Boş." demem olurdu sanırım. Her neyse ben dediğim gibi moddayım "Senden şöyle etkilendim, böyle etkilendim" falan derken bu eleman arkasına dönüp; "Ya sınıf değiştirme sınavları ne zaman olacak haberiniz var mı?" diye sordu. "Bilmiyorum" diye geçiştirdim. Fakat adam resmen bizi konuşturmamaya ant içmiş. "Ya ben matematik çözemiyorum" diyor. "İyi" diyorum. "Ne mezunusun?" diyor. "Makine" diyorum. "Ben de" diyor. "İyi" diyorum. "Alanın ne?" diyor.

Kütüğüne mi alıcan mına koyim bu sorgu sual nedir? Şimdi sevgili okurlar. Ben bu zamana kadar birisi bir şeyi bilmiyor diye hayatta ezmedim. Fakat bu yavşak piçe nasıl sinirliyim az çok tahmin edebiliyorsunuzdur? Bir erkeğin en hassas olduğu bir zamanda, kalkanlarını indirdiği bir anda sen nereden çıktın be adam?

Diyorum bu lavuk CNC nedir bilmez, yapıştırayım gitsin. "CNC" diyorum. "Ben de" diyor. Cibiliyetini sikeyim senin. "İyi" diyorum. Kız da anlıyor sinirlendiğimi. Duygusal moda girip kıza durumu anlatıyorum, vakit geçirelim diyorum. Pezevenk araya girip duruyor, onu geçiştiriyorum tekrar kıza dönüyorum. En sonunda dayanamayıp "Birader bi' müsade edicek misin burada bir şey konuşuyoruz!" diye sert çıkıyorum. Beni takip eden bilir, yanımda kız olmasa "Birader bi siktir git bir şey konuşuyoruz şurada mına koyim!" derdim. Bunu demem üzerine eleman kalkıp gidiyor. Kızda benim ne buluşma teklifime olumlu yanıt veriyor, ne de cep telefonu numarasını veriyor. İkiside beni o masada yarrak gibi bırakıp gidiyorlar. Ben de 2-3 soru çözüp kalkıyorum masadan.

30 Ağustos 2013 Cuma

Sen Bu Hallere Düşecek Adam mıydın?

Sıcaktı, hem de çok sıcak. 30-40 dereceyi bulan hava. Ne kadar diretsem de akşam 8-9 gibi değil de 5-6 gibi buluşmak istedi. İkna edemedim, tamam diyebildim yalnızca.

Dolabı açtım 3-5 tane tişörtten en açık renkli olanı seçtim ve giydim. Ardından buluşacağım yere gitmek üzere halk otobüsüne bindim. Her durakta yolcu sayısı artıyor, otobüs kalabalıklaşıyordu. Tüm İstanbul aynı otobüste gitmeye başlamıştık. Yolcular ofluyor pufluyor, arkadan akbil yollayanlar "Bİ KERE BASIN" diye bağırıyorlardı.

"Bi kere basın" lafını duyan 30 lu yaşlarda abimiz yanındaki arkadaşına hikayesini anlatmaya başladı "Moruk bi' kere böyle arkadan yolladım akbili, lan bi baktım dıt dıt dıt adam yardırdı haamına koyim... dedim birader ne yapıyorsun bir kere basıcan.. Bu baktım şekil şükül yapıyor..."

Nihayet varmıştım, güç bela indim. Sonra fark ettim ki durakta yalnızca ben inmişim. Acaba o arabadaki onlarca insan "Ulan lavuga bak koca otobüsü durdurttu" diye düşünmüşmüdür?. Kafamda bunu tartışırken "AŞKIIIIM" diye bağırarak sevdiceğim yanıma geldi. Sarıldık, gezmeye başladık.

Bir süre saçma sapan dolaştıktan sonra ter içinde kaldık. En sonunda ilk gördüğüm kafeye geçip oturduk. Ben buluşma bitsin hemen eve gideyim diye bekliyordum o ise kuzenin eski sevgilisinin yeni sevgilisinden bahsediyordu. Yeni sevgilinin kuzeninden güzel ve alımlı olmasının kuzenini ne kadar çıldırttığını. Kuzeninin çocuğu ayartmaya çalıştığını, çocuğun ise kuzenini kıskandırmak için yeni sevgilisiyle daha da sırnaştığını anlatıyordu. Peki, bütün bunlardan bana ne? Ama anlatamıyorsun, konuştukça konuşuyor. Arada onu sallıyormuş gibi yapıp "kuzeninde kaçırmasaydı çocuğu" deyip geçiştiriyordum. O ise cevap verip tekrardan devam ediyordu.

Artık bunalmıştım, bir ara susması için dudaklarına doğru hareketlendim. Öpüşmeye başlarken birden çürük dişimin içinin boşaldığını hissettim. Kız aniden kafasını çekip, yutkundu. Ve ciddi bir ifadeyle

- Gelmeden peynir mi yedin? diye sordu.

Şaşırdım, utandım ne diyeceğimi bilemedim.

- EZİNE! diye bağırdım.

Kafedeki 2,3 kişi dönüp baktı.

Ben yerin dibine girdim, kızın suratına bakamıyordum. Allahımdan yardım istiyordum ki. Telefon çaldı. Telefonda ki Ömer ustaydı. Sanayiden Ömer Usta. Aramasını istediğim son kişiydi kendisi. Bulunduğum durumdan kurtulmak için açmak zorunda kaldım.

- Koçum, hiç bir itiraz istemiyorum. Doğru bize geliyorsun, yengenle bahçede mangal yapıyoruz. ATLA GEL!
- Abi kız arkadaşımlayım gelemem vallahi!!?
- Tamam ulan o da gelsin işte, hadi koçum benim bekliyorum.

dedi ve suratıma kapattı. Biraz düşündüm. Eğer bu kafeden çıkıpta ayrılırsak, kızın aklı peynirde kalacak. En iyisi Ömer ustanın yanına gideyim hem orda kafası dağılır, hemde karnımız doyar diye düşündüm.

Kızı zarzor ikna ettim ve Ömer ustalara doğru yol aldık...

Hava kararmış, saat 8 buçuk civarı olmuştu. Ömer ustaların evlerinin bahçesine girdiğimizde mis gibi balığın kokusunu aldık. Ömer usta beni görünce mangalın başında kalktı.

- Vay vay vay koçum benim be özlettin ulan kendini, diye boynuma sarıldı.

Ömer usta benim lise stajında çalıştığım sanayide çalışan bir ustaydı. 40lı yaşlarda evli ve çocukları olan fakat hala aklı fikri kukuda olan bir abimizdi. Sanayide iyi muhabbet ederdik ama ayarı fazla kaçırır devamlı sanayinin arka sokağındaki "polo" arabasıyla müşteri arayan Handan'dan bahseder dururdu.

- He valla Ömer abi bende özlemişim yahu. diyerek beyaz yalan söyledim.
Ömer Usta sevgilime dönüp.
- Hoş geldin kızım geçin bakalım buyrun sofrayı hazırladı yengeniz dedi.
- Şey ben acaba bir lavaboya gidebilir miyim? dedi kız.
- Tabi kızım, ablan göstersin.

Sevgilim lavaboya gitmiş, Ömer abinin hanımı ise ona yerini göstermişti.
Mangalın başına gidip Ömer abi ile çömdük.

- Nerden buldun lan bu kızı keraneci.
- Nerden bulucam abi okuldan işte.
- Vay vay vay maç var mı maç? He maç var mı lan.
- Yok abi ciddi düşünüyoruz biz!!,

Derken yenge ile benim kız geldiler.

Masaya geçtik. Balıklar servis edildi. Balığın yanında olmazsa olmaz 70lik çıkarıldı. Ömer abi rakıyı açarken "Bir rivayete göre balık mideye indiğinde yukarı bakar rakıyı beklermiş" dedi. "ehehe" diye güldük ve yemek yemeye başladık.

Balıklar yendi, rakılar içildikçe içildi. 1 şişe bitti, yetmezmiş gibi 2. şişeye geçildi. Ömer abi artık kendini aşmış sevgilim yokmuş gibi davranıp küfürlü konuşmaya başlamıştı. O sırada bahçenin kapısında köpek sesleri geldi. Mangalı söndüreli çok olmuştu ama hayvan kokuyu yinede almış, geç de olsa gelmişti. Ömer abinin köpeklere dönüp "Ah be yavrularım, keşke erken gelseydiniz de doyursaydım karnınızı" tarzı naif bir şekilde karşılamasını beklerken ayağındaki terliği çıkartıp kapıya fırlattı.

- Siktirin gidin lan, ipneler sizi, diye bağırdı.
Bana dönüp "kokuyu almış ipneler, kene gibi yapışırlar şimdi kapıya" diye de ekledi.

Sevgilim rezaletin farkına varmıştı. Onun gözünde git gide düşüyordum. Bir kaza bela çıkmadan günü bitirmeyi istiyordum. Ömer abinin muhabbeti bitmek bilmiyordu. Konuştukça konuştu karısı bile dayanamayıp. "Ben yatıyorum, siz devam edin" diyerek kaçmıştı. Yatan hanımının arkasından bile konuşmaya başladı Ömer usta. "Ulan bu karıda 2 çocuk doğurdu hemen perte çıktı hee, parçalarıda bulunmuyor ehehe" diye iğrenç espiriler yapıyor, gözümden düştükçe düşüyordu. Ömer usta bir ara ayağı kalktı. Sendeleyerek yürümeye başlıyordu ki düşeceğini fark ettim ayağı kalkıp tuttum.

Ayağı kalkmasına kalmıştım ama benimde kafam hafif dönüyordu, midem ise allak bullaktı.

- Gel ulan güreşelim şerefsiz dedi ve ensemden tutup beni fırlattı.

Sevgilim beni hayretlerle izliyor adeta "Neredeyim ben ya??" diyordu. Ve alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak kustum, hem de öyle böyle değil.

Sonrasında hatırladığım ise yolda yürürken sevgilimin bana "bugünü hatırlamak dahi istemiyorum, bir süre konuşma benimle" diyerek azarladığıydı.

O günden sonra o kızla fazla yürümedi, Ömer ustayıda aramadım telefonlarına bakmadım. Bir süredir yalnızım ve kafa dinliyorum...

14 Temmuz 2013 Pazar

Ramazan iyidir, iyi (1)

Yılı tam hatırlayamadım. Yine bir Ramazan ayındaydık. Yaz mevsimdeydik. O zamanlar tek eğlencemiz kuzenle dışarı çıkıp gezmek tozmak, muhabbet etmek. Bazı günler ise oruç tutar, evde bilgisayar başından konuşurduk.

Ramazanın ortaları falandı. Senelerdir müşterisi olduğumuz fırına bir bayan eleman alınmıştı. Ramazan yoğunluğunda yardım etmesi için alınmıştı. Kuzenimin "olum kız fena lan" demesi üzerine fırına ekmek alma bahanesiyle gitmiş, kızı görmüş fakat beğenmemiş üstüne üstlük kızı görmek için aldığım lazım olmayan ekmek yüzünden kuzene kalayıda basmıştım.

Yine Ramazan geceleri kuzen ve bir kaç arkadaş sahura kadar Age Of Empires 2 kurup yemek vaktine kadar oynardık. Sonra fırına giderdik. Bu bizim için büyük zevkti. Gece dışarı çıkmak, 2 tur atıp fırına gitmek. Çok eğlenceli olurdu.

Yine bir sahur vakti, fırına gitmek için dışarı çıkmıştık. Yolda bir soda şişesi buldum. Kuzene "havaya atıp kıralım mı lan. Gece gece eğlenceli olur" dedim. Elinde fırın poşeti içinde sıcacık pideler. "Tamam lan, şu ara sokağa girelim de, biri görmesin" dedi.

Ara sokağa girdik, artık atmam gerekiyor. Fakat niyeyse yemedi. Kuzene elindeki poşeti bir o yana bir bu yana savurarak koşmaya başladı. "Noluyo lan" dedim elimde soda şişesiyle bende koşmaya başladım. Kafasını arkasına çevirdi, koşmaya devam ediyor. "AT LAN AT" diye bağırmaya başladı. Havaya atmak yalan oldu tabi, arkaya fırlattım şişeyi, koşmaya devam ettik. Bir süre sonra durduk.

- Olum niye atmıyosun lan şişeyi? diye sordu kuzen.
- Sen koşunca panik oldum lan. Dedim bende.

Her neyse... Sonra günler birbirini kovaladı. Artık oruç kafaya mı vurdu, yoksa yokluktan mı bilinmez, şu bahsettiğim fırında çalışan kız bana hoş gelmeye başladı. Kız için devamlı anasının örekesi uzunluğunda sıraya giriyorduk. Her seferinde kız bizimle ilgileniyor, kimseye demediği o "iyi akşamlar" lafını bi bize söylüyordu, bizimde hoşumuza gidiyordu. İhtiyacımız olmasa bile pide kuyruğuna girip sıra bize geldiğinde ikimiz birden "1 tane alıcaz abi" deyip, pidemizi alıp gidiyorduk.

Yine günlerden bir gün, sırada beklerken bizim mahallenin kazıkçı diye tabir edilen esnaflarından kırtasiyeci Zübeyde ablamız geldi. Benim kuzeni yakından tanıdığından ona para verip, onada bir pide alması, kırtasiyeye getirmesini rica etti. Giderken de parayı say, eğer eksik varsa kırtasiyede ben veririm dedi. (Paranın eksik kısmını yani, aklın nerde ya)

Kadın uzaklaştı, kuzende parayı saymaya başladı. Ben de o sırada kızı kesiyordum. Bi an kuzenden "lan" sesi geldi. Döndüm baktım.

- Noldu ? Dedim.
- Lan eski para vermiş lan. Geçmiyo ki mına koyim bu!

Demesi üzerine kahkaha attım, hatta o kadar çok güldüm ki. Bir ara yere eğilip karnımı tuttum. Ben gülmeye devam ederken kuzen koşup Zübeyde ablaya yetişmeye çalışıyordu...

19 Mayıs 2013 Pazar

Hayatın anlamını bulmak...

Herkes için hayatın bir anlamı olduğunun kanısındayım. Kimisi için bir kişilik, kimisi için bir duygu, kimisi için bir eşya. Hayatın anlamına bunlara sığdıran insanlara hep özenir, imrenirdim. Benim için hayatın bir anlamı yoktu. Fakat kafaya takmıştım. Araştırıp, sorup soruşturup hayatın anlamını bulacaktım.

Bu konuyu iş yerinde de çok düşündüm. Sonra gözüme torna başında boş boş oturan Ömer usta takıldı.
Ömer usta 30lu yaşlarda 2 çocuk babası, kafa dengi bir adam. İş yerinde bana çok yardım etmiş, üstesinden gelemediğim işlerde yardımcı olmuş iyi bir abimizdi. Hemen yanına gittim ve sorumu sordum.

- Ömer abi, sana göre hayatın anlamı ne?
- Hayatın anlamı mı?
- Evet abi.
- Hayatın anlamı....

1-2 saniye kadar düşündü ve eliyle atölyeye yuva yapan kuşları göstererek.

- Şu kuşları görüyor musun? dedi.
- Evet abi görüyorum.
- Ne yapıyo onlar?
- Ne yapıyolar abi?
- Çakışıyolar.

Bu sözleriyle itibarı gözümde 2 paralık olmuştu. El hareketleri ve konuşmasıyla adeta bir şair kıvamında olan adam bir anda olayı sekse getirmişti.

- Abi ne alakası var, anne ile yavrusu onlar. Anne yavrusunu doyuruyor.
- Ensest mi lan bu ibneler, kovayım lan şunları. Dedi ve eline süpürge alıp kuşları kovdu. Ben ise gülerek oradan uzaklaştım.

Atölyenin üst katına çıkıp ofise girdim. Ofiste usta bilgisayar başında, stajyer çocuk ise adeta bilgisayar başında duran evin gencini izleyen misafir çocuğu gibi onu izliyordu.

Ben içeri girince usta söylenmeye başladı.

"Ya sokacam foto galerinize ulan. Bir haber okuyacağız diye 40 tane resim geçmek zorunda kalıyoruz haammınagoyim." diyordu. Ve tamamende haklıydı.

Bende hemen atladım "neye bakıyosunuz?"
Stajer çocuk "abi bi manken var..." dedikten sonra alt dudağını ısırıp kafasını sağa sola salladı.

Merak edip baktım, fakat görür görmez adeta bir refleks olarak "bu kadın lezbiyenmiş abi" dedim ustaya. Usta bana sert bir bakış attı. Allah'tan stajyer ordaydıki aptalca araya girerek beni kurtardı.

"Abi bu kadar güzel kadınlar niye lezbiyen olurki yaa" diye veryansın etti. Benim bu lafıma kızan usta üstüne bunu duyunca sinirlenip.

"Lezbiyen olmayıpta ne olacaktı lan, senin gibi dingilemi verecekti" diye bağırdı. O öyle deyince ben gülmeye başladım. Stajyer çocuk bozulmuştu "usta ayıp olmuyo mu ya?" dedi.

- Ne ayıbı lan ne ayıbı, sen hiç aynada kendine baktın mı mına koyim, gelmiş burda nara atıyosun. Hayatında kaç kere kız gördün lan?
- abi ama..
- Amana korum şimdi, siktir git lan karşımdan şerefsiz.

Usta git gide sinirleniyordu. Arada bende kaynamamak için koşarak kaçtım. Bugün çok gülmüştüm ama hala amacıma ulaşmamıştım. İşten çıktıktan sonra kuzene uğradım. Günlük sorunlardan bahsettim.

- Ya moruk geçen evde hamam böceği gördüm. Lan öldüremedim ya. Bende böcek korkusu var ya.
- Lan olum alt tarafı böcek neyini öldüremiyorsun, dedi.
- Ne bileyim mına koyim ya.

Bir süre boş boş gezdikten sonra yaklaşık 20 kişilik bir apaçi kafilesi gördük. Dayanamadım.

- Reis, bana bir bıçak verseler bu apaçilerin arasına karışır dağıtırım lan o kafileyi. dedim.

- Mına koyim daha bi böceği öldüremiyorsun gelmişsin adam dövmekten bahsediyosun. deyip gülmeye başladı.

Hayatımda yediğim en büyük kapaktı. Ama harbiden komikti lan, o güldükçe bende gülmeye başladım. Karnımıza ağrılar girene kadar güldük.

Sanırım benim için hayatın anlamı gülmekti lan.

7 Mayıs 2013 Salı

Münasebetsiz.

Yıllar sonra gelen akrabadan, arkadaştan, eşten dostan hayır gelmez arkadaşlar. Bunu bilir bunu söylerim. Bizim mahallede Hakan diye bir çocuk vardı. Suratını hayal meyal hatılıyorum. Adem adında bir abisi, küçük bir kız kardeşi vardı. Yeri geldiğinde selam veren yeri geldiğinde beni hiç iplemeyen, artist takılmaya çalışan esmer bir çocuktu Hakan. Artist olduğu kadar da bilgisizdi. Kendisine dair çok bir anım yoktu aslında. Hatırladığım şeyler arasında 2002 Dünya Kupasında sulu boyayla birbirimizin suratlarını boyamıştık. O benim suratıma ay yıldız, bayrak gibi türlü şekiller çizdi. Ben de daha sade olsun diye suratının yarısını kırmızı yarısını beyaz boyayla boyamıştım. Fakat belli olmuyor diye triplere girmiş, ben yapmayacağım ya boşver deyip yüzünü yıkamış, benim de canımı oldukça sıkmıştı.

Annesi ile annem ara sıra görüşür misafirliğe giderdi. Yine oturmaya gittiğinde bu sefer yanında beni götürmüştü. Annesi ile annem salonda oturup çay içerken ben ile Hakan, abisiyle kendisini odasına gidip oturuyorduk. Ajanda gibi bir defter çıkardı. Deftere gazetelerden kopardığı milli takım haberleri, resimlerini yapıştırmıştı. Sayfalarca doluydu. Çok hoşuma gitmişti. Futbol ile çok aram olmayan ben bile onu gördükten sonra aynısını yapmak için eski gazeteleri kesip kesip durmuştum.

Bir ara "hadi oyun oynayalım" deyip oturduğu yerden kalktı ve dolabın yanındaki poşeti getirdi. Poşetin içinden çıkardığı şey çekmeli futbol oyuncağıydı. 11e 11 karışık biçimde dizilmiş oyuncular, oyuncuların dipleri ise çukurdu. Top niyetine de misket vardı poşetin içinde. O bir takım seçti ben bir takım. Çekişmeli bir maç yaşanıyordu adeta aramızda. Yeni yeni küfür öğrendiğimiz zamanlardı o zamanlar. Küfür etme şimdiye oranla çok ayıptı. Fakat biz dayanamayıp ediyorduk. Maçta beraberlik olmuştu. Atan kazanacaktı ve top bendeydi. Kalenin çok yakınındaki oyuncudaydı topum. Avantaj bendeydi, alacaktım maçı. Sert şut çekmek için gerdim futbolcuyu. O kadar çok gerdimki futbolcunun plasik kafası elimde kalmıştı. Utancımdan ağzımı açamadım, şutta gol olmamıştı zaten. Bir süre birbirimize baktık. Ben gerizekalı gibi kafayı futbolcuya yapıştırmaya çalışıyordum fakat olmuyordu. Hakan oyuncağı alıp direk ayağı kalktı ve annesine koştu. "Anne, kafası koptu" dedi. O kadar çok utandım ki. Annesi olgunlukla karşıladı "yapıştırırız oğlum birşey olmaz" deyip annemle sohbetlerine devam ettiler. Fakat ben çok utanmıştım, hiç bir zaman unutamadım bu olayı.

Aradan bir kaç zaman geçti. Zaman zaman Hakan beni ipledi, zaman zaman sallamadı bile. Bir gün zillerine bastım. Hakan cama çıktı. 3 katta oturuyorlardı. "Aşşağı gelsene" dedim. "Gelemem taşınıyoruz, evi topluyoruz" dedi. "Hadi ya" diyebildim. Birden Hakan marş söylemeye başladı.

"Marş söylerken, yumruk göklerde, yensen yenilsen kalbim hep senle!!" diye bağırıyor, bana "taşınıyoruz ama, hep arkadaşız" mesajı vermeye çalışıyordu. Fakat ne dediğini anlamadım, Hakan tekrar söyledi marşı. Evet, gene anlamadım. Üçüncüyüde anlamayınca "ebenin amı, mına koyim" deyip içeri girdi. Söylediği marşı çok sonra anladım ama iş işten geçmiş, Hakan taşınmıştı bile.

Yıllar sonra, mahalleyi ziyarete gelmişti. Sokakta karşılaştık. Bana gülerek yaklaşıyordu, tanıyamadım. "Nasılsın?" dedi. "İyi, sen?" dedim.

-Tanıyamadın sanırım?
- Yok vallahi tanıyamadım.
- Ben, Hakan ya.
- Hee, tanıdım.

Bir süre muhabbet ettikten sonra bana gezme teklifinde bulundu. Olur dedim gezelim. Bir cafeye geçtik oturduk. Konuyu devamlı eskilerden açıyordu. Eskiden şöyleydik, eskiden böyleydik. Muhabbet beni baymış artık kalkmak istiyordum. Devamlı telefona bakıyordum. "İşin var herhalde" dedi. "Evet ya arkadaş çağırdı yardım edicem de" dedim. "Ama seninle işimiz var" dedi. "Ne işi?" diye şaşkınca sordum. "O kafanın hesabı sorulacak" dedi.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Bak sevgili..

Sevgili, sevgili...

Nasılsın? İyi olmanı Cenab-ı Hakk'dan dilerim. Beni soracak olursan ben hala bıraktığın gibiyim. Çok bir değişiklik olmadı hayatım da. Yine sabah söverek kalktım, yine eve gelir gelmez uyudum. Kulaklığımı takıp yolda yürürken gene kafamda klip çektim. Bu sefer seninle mutlu hayatımız değil, beni terkedişinin hikayesi vardı klipte. Bu arada, 20 derece havada siyah kulaklıkla gezerken, kulaklığın eriyip kulağıma yapışacağından hala korkuyorum.

Yatakta suratımı duvara döndüğümde yatağın dibinde birinin bana baktığını düşünüp iki de bir arkama da bakıyorum. Korkularımdan arınamadım bir türlü. Ama onlarla yaşamaya alıştım. Bilirsin alışkanlıklarımdan vazgeçemem. Bu yüzden çok sikindirik bir hayatım var. Ah pardon, seninle konuşurken küfür etmemem gerekiyordu değil mi? Unutmuşum hepsini.

Sana anlatıcak o kadar çok hikayem birikti ki, oturup uzun uzun konuşmak isterdim. Ama eskisi kadar komik değiller söyleyeyim. Çünkü kimse gülmüyor artık anılarıma senin kadar. Senden sonra kimseyi güldüremedim ben sevgili...

Yolda kulaklığımla yürürken, gene senli bir anım geldi aklıma. Tam o sırada bir taksi çarpıyordu bana. Nasıl dalmışsam artık. Kornaya bastı, bende sinirlendim tabi. Bilirsin beni çabuk parlar tez sönerim. "Ne var ulan orospu çocuğu" diye bağırmışım. Normalde ağzımı oynatırdım, ama nasıl özgüven patlaması yaşadıysam, adam 2-3 metre sonra arabayı durdurdu. Bende direk topukladım. Arada arkama baktım, meğerse müşteri alıyormuş. Rezillik olmasın diye koşmaya devam ettim. Ta ki gözden kaybolana kadar.

Geçen gün marketin önünden geçerken sana benzeyen birini gördüm. Sen sanıp daldım direk fakat sen olmadığını görünce yıkıldım. Ayıp olmasın diye çıkarken birşeyler almak zorunda kaldım. Yokluğun zarar vermeye devam ediyor sevgili.

Senden sonra çok kişiyle denedim sevgili. Hatta o kadar kişiyle denedim ki araya erkek karışmış. Az daha dötü kaptırıyorduk. Yinede unutamadım seni be sevgili. Ne olur dönsen? Ben burdayım desen. Ben de her zaman ki öküzlüğümü yapıp "ee ben burdayım nolmuş" desem. Gülsek, sarılsak sonra. Ama yavaş yavaş alışıyorum sensizliğe. Alıştıktan sonra tamamen unutucam sanırım seni. Bilirsin alışkınlanlıklarımdan vazgeçemem. Bu yüzden çok sikindirik bir hayatım var. Ah pardon seninle konuşurken küfür etmemem gerekiyordu değil mi?

1 Mart 2013 Cuma

Muavin

İlk ve orta okulda karşı sınıfımda okuyan bir kız vardı. Gamze'ydi adı. Koskoca 8 sene boyunca bir kere bile konuşmamıştık, hatta kafa selamı bile vermemiştik. Fakat tanırdık birbirimizi. Birisi bana "Gamze'yi tanıyorsun di mi?" dediğin de "evet" derdim. Aynı şekilde birisi ona beni sorduğu zaman o da "evet" derdi. İlkokulları bilirsiniz. Lise gibi değil, küçük olur ve genelde 4 şube olur. Haliyle herkes birbirini soyismine kadar tanır. Bizim Gamze ile tanışıklığımız buydu.

Aradan seneler geçti, ilkokul bitti liseye başladım. 2. senemin sonlarını doğru kuzenimin evinde takılıyoruz. O bilgisayara bakıyor, ben Playstation oynuyorum muhabbet, gırgır şamata eğleniyoruz. Bir ara Gamze'nin selamı var dedi. "Hangi Gamze lan?" diye sordum. "Sizin okulda okumuş ya, ya" dedi. Hemen tanıdım, "sende selam söyle" dedim.

Kuzenimle bu lisede aynı sınıftalarmış. Messenger'de konuşurken sanırım kuzenim "sivridilli ile oturuyoruz ya" demesi üzerine Gamze beni hatırlamış selam vermişti.

İşte bizim Gamze ile ilk selamlaşmamız buydu. 8 sene birbirimizi görmezden gelmiştik, sonrasında kuzen yoluyla ilk selamlarımızı vermiştik birbirimize.

O selamlaşma herşeyin başlangıcıydı aslında. Bir zaman sonra bunun "msn"ini almıştım, konuşmaya başladık. "Ortaokulda şöyleydi bizim sınıf... haha hatırlamazmıyım ya.. süper günlerdi haha" diye gerzekçe muhabbetler. Samimileşince "beni kimse anlamıyor" gibi kız tripleri "ben anlıyorum seni" tarzında meriç tripleri derken ortaya çıkan buluşma fikri.

Seneler sonra ilk defa görecektim kendisini. Buluşma günü geldi tabi. Benim kafamda jilet gibi olma fikri var. Hafifte kıza yazıyorum tabi. Sabahtan kalkıp duş almalar, ergen bıyıklarını kesmeler falan derken buluşma vakti geldi. Her ergen gibi şaçma sapan bir yerde buluşup otobüs durağına gittik. Bizim otobüsler hep gecikirdi. Kafadan 15 dakika zamanımız vardı.

Bende hafif utangaçlık, suskunluk var. Baktım muhabbet ilerlemiyor, oyalanmak için cüzdanı çıkardım içinden indirimli öğrenci akbilimi (ya da paso) aldım. Benim arkamdan aynı şekilde çantasındaki cüzdanından 5 liraya yakın bir para çıkardı.

"Koy bence o paraları, çünkü senin yerinede ben basıcam" dedim. Sözde centilmenim ya.

O an kızın içindeki keçi dışarı çıktı. Yok efendim olmazda, bilmem ne de. Konuştuda konuştu. 30 saniye içerisinde kafa sikme sanatı kitabını okumuş anlaşılan. Tamam dedim yeterki sussun "iyi ama gelirken ben" dedim. O ne lan öyle" gelirken ben" neymiş?

Zar zor ikna ettim. Otobüs nihayet geldi. Önce o ardından da ben bindim. Muavine parayı uzattı. Muavin para üstünü yavaş yavaş hesaplıyordu. Bizde o sırada muavinin önünde bekliyoruz, benim bir elim cebimde bir kızı kesiyorum, bir de muavini.

Muavin para sayma işini halletti. Eline bozuklukları koydu ve bana uzattı. O an beynimden vurulmuşa döndüm. Parayı alıp olayı bitirebilirdim fakat parayı almak aklımın ucundan geçmedi. O anki utangaçlıkla elimi dahi kaldıramadım. Yavşak muavin bu seferde parayı kıza uzattı. Ben kıpkırmızı olmuştum. Gururum incinmişti.

Otobüsten inip eve ağlaya ağlaya koşasım geldi. Ama inemedim. Kızda anlamıştı utandığımı ama çaktırmamaya çalışıyordu. O gün önce onun bunun fırlatması muavine iyi bir sövdüm ve muavinliğe lanet ettim.

Artık nasıl içtenlikle söylediysem yaklaşık 1-2 ay sonra halk otobüslerindeki muavinleri kaldırdılar. İyi oldu orospu çocuğuna...

25 Şubat 2013 Pazartesi

Çürük yumurta...

Ben hayatımda hiç çürük yumurta görmedim lan. Böyle görüntüsünü gözümde canlandırmaya çalışıyorum, kırık bir yumurta, siyah sıvı falan gözüküyor. Sanırım sizede aynısı oluyordur. Ama sanki görmüş ve hatta koklamış gibi "abi bu ne ya çürük yumurta koktu burası" diye gaz çıkarıldığını belirtiyoruz. O kokuyu hatırladın değil mi? Üzgünüm, pis bir insan değilim ama konuya girmeden önce kısa bir hatırlatma yapmak istedim.

"Yine mi boklu, pislikli anı anlatacaksın lan" demeyin. Bu biraz farklı... Hemde bariz farklı.

İlkokul 7. sınıftayım. Yeni yeni ergenliğe giriş, açılma ve halk tabirinde piçleşme döneminin başlarındayım. Her hafta sonu anneanneme giderdim o zamanlar. Gerçi o zamanlar demek yanlış olur. İlkokul dönemim boyunca her hafta sonu gittim anneanneme. Beni büyüten kadın oydu. O güzel yemeklerine 1 haftadan fazla dayanamadığım kadındı o. Ayıptır söylemesi hala gider ve bir güzel götürürüm yemekleri.

Yine bir hafta sonu anneanneme kalmaya gitmiştim. Cumartesi sabahı, arkadaşımı görmek için dışarı çıkmıştım. Dışarda biraz takıldıktan sonra, kırtasiyeye arkadaşımın ödevi için gitmiştik. Kırtasiye de kırtasiye olmaktan çıkmış oyuncak, sticker ve garip garip şaka malzemeleri satmaya başlamıştı.

Tabii benim gözüm hemen şaka malzemelerine takıldı. Şöyle bir süzdüm, kutuda jöle gibi birşeyin içinde yapışkan göz vardı. (ahanda link) Onun dışında garip bir toz ve pantalonunu sıyırıp domalmış götünden duman çıkan adam resimli dikdörtgen bir ıslak mendil paketine benzeyen paket vardı.(ahanda link2) Merak ettim sordum.

- Abi bu ne?
- Kaşındırıcı toz.
- Ne kadar?
- 500 bin.
- Abi bu ne?
- Koku bombası?
- Ne kadar
- 1 milyon.

Konuşma aynen bu şekildeydi.

"Tamam" dedim "Alıyorum bu ikisini". Ve aldım. Aynı şekilde arkadaşım da aldı. O hafta sonu birşekilde geçmişti. Koku bombamı ve tozumu alıp eve gitmiştim. Pazartesi sabahı ise onları alıp okula götürmüştüm.

İngilizce dersine girmiştik. 2 saatlik bir dersti ve kimse iplemiyordu. Sınıf gürültü içinde 3-5 kişi hocanın tahtaya yazdıklarını yazıyor-çözüyordu. Geri kalanlar ise muhabbet, sohbet eğleniyorlardı. Arkadaşlarımdan birine malzemeleri gösterdim "bak" dedim "bunlar var lan". "Ooo iyi" yaptı "bunları kullanırız". Kaşıntı tozunu kaptığım gibi cam kenarında olan sıraya doğru yürüdüm. O gürültü ve karmaşa içinde benim ayakta olduğum göze batmamıştı. İlk olarak sınıftaki hafif saf, geri zekalı bir çocuğun ensesinden atmıştım. Çocuk olduğu yerde kıvranıp duruyordu. İyi gülmüştüm. Ardından kısa boylu bir arkadaşa attım. Aynı şekilde o da kaşınmaya başladı. Ardından bu ikisi hocaya gidip hocanın önünde şempanze gibi hareketler yaptılar. "Hocam bize kaşıntı tozu attı" diyerekte şikayet ettiler. Hoca beni yanına çağırdı. Bende ibnelik olsun diye gelirken kaşına kaşına geldim. "Hocam banada attılar yaaa" diyerekte yavşakça yaydım ağzımı.

Hocada "bakın onada atmışlar hadi tuvalete gidin" dedi. Bizim arkadaşlar tuvalete gitti bende sırama gittim. Ulan ne puştmuşum ya.

Ardından 2 derse girdik. Bu sefer koku zamanıydı. Fakat işler hiç istediğim gibi gitmemişti. Sınıf gene gürültü içindeydi. Koku bombasını arkadaşıma verdim.

-Sıra sende moruk.
- Tamam lan.

Deyip koku bombasını alıp gene cam kenarına saf arkadaşın yanına gitti. 30 saniye geçmeden geri geldi.

- Olum bunu nasıl kullanıcaz lan?
- Ya oğlum içinde toz gibi şeyler var ya işte. Paketi açıp onu dökeceksin, dedim.

İşte hayatımın yanlışını burda yapmıştım. Adı üstünde koku BOMBASI mına koyim ne açıp dökmesi. Tabi arkadaş kabul etmedi "ohooo ben onu yapamam lan al o zaman" deyip koku bombasını elime verdi. Sanırım bombası alırken bir reaksiyon olduki paket birden şişmeye başladı. Paketin şişmesi durmuyordu.

"Lan olum bu şişiyo al lan şunu." desemde yavşak çoktan kaçıp kendini kurtarmıştı. Arkasından o korkuyla bağırdım "lan amına koyduğum ne yaptın lan"

Baktım bunun duracağı yok, yere attım ayağımlada üstüme bastım. Namussuz o kadar güçlüydü ki ayağımı havaya kaldırıyordu.

Derken olan oldu ve sınıfta şiddetli bir patlama sesi duyuldu. O bağıra bağıra konuşan, gürültüden geçilmeyen sınıf bir an susmuş, adeta fırtına öncesi sessizliği diye tabir edilebilecek bir sessizlik oluşmuştu.

Sınıf susmaya devam etti.. Ta ki çürük yumurta kokusu yayılana kadar...

...

Ardından en arka sırada oturan kızın birinden şu ses duyuldu "IYYYYYYYYY". Hemen arkasından sınıfta bir panik oluştu ki zannedersiniz el bombası patladı. O cam kenarında oturan elemanlar sıraların üstünden zıplayarak kaçması mı, kaçarken birbirini ittiren insanlar mı dersin. Kapının yanındaki çöp kutusuna göt üstü düşen mi dersin. Sınıf kaynıyordu. Çöpe düşen elemana gülemedim bile çünkü ayağımın altında koku bombası patlamıştı ve ayağımı kaldırırsam yakalanacaktım. Ne yapmalıyım, ne yapmalıyım diye düşündüm ve bombayı ayağımla arka sıraya ittirip kaçtım...

Sınıf boşalmıştı. Bir süre koridorda bekledik. İçimden saydırıyorum "Allah'ım inşallah müdür yardımcısı gelmez" diye. Gelmedi de. Ama orospu çocuğunun birisi benim sırama gidip bombanın patladığı yerdeki izi gördü ve bu yapmış bu yapmış diyerek beni şikayet etti. Hocam ben anlatım diye duygu sömürüsü yaptım. Hoca da saf birşeydi zaten "şimdi bilmeden kimseye şuç atamayız" dedi. Haklıydı lan. Sikerim belanızı ben yapmadım diyorsam yapmamışımdır.

Çok geçmeden koku bombasını gene aynı piç çocuk buldu. Bu seferde diğer yazımda bahsettiğim Oğuz adlı elemana şuç attılar. Oğuz zaten sınıfın günah keçisiydi. Sınıfta bir kere masturbasyon yaparken kızlara yakalanmıştı. O olaydan sonra ne olduysa Oğuz'dan bildiler. Bende nasıl sallamışsam paketi, onun sırasının altına gitmiş.

Ardından başka bir sınıf bulup oraya gittik. Öğretmen ceza olarak yeni sınıfta "quiz" yaptı ve ders öylece bitti. Bir daha da bu olay hiç gün yüzüne çıkmadı. Olan derse ve bana olmuştu. Quiz notları hiç bir yerde kullanılmadı ama ben çok kötü korkmuştum.

Ayrıca o piç çocuğu hala sevmem. Yavşak herif.


19 Şubat 2013 Salı

Sınıfıma hangi it sıçtı!?

Yanlış hatırlamıyorsam 10. sınıfın 2. dönemindeydik. Günde 10 saat ders gördüğümüz için haftanın 1 günü tatilimiz vardı. Çarşamba günü 8 saat atölye dersi ardından 2 saat Coğrafya görür giderdik. Gene bir çarşamba günü önlüklerimizi, takımlarımızı almış atölyede çalışıyorduk. Havalar yeni yeni ısınmaya başlıyordu ki atölye zaten yoğun demir ve ter kokusu ile kavruluyordu. O zamanlar en kafa arkadaşım olan Yusuf ile hiç ayrılmazdık. Beraber çalışır, birbirimize yardım eder, evden getirdiğimiz ekmekleri birlikte yerdik. Atölyede saat 10 olduğu zaman 15 dakika paydos olurdu. Tüm öğrenciler atölyenin arka tarafına geçer, kimisi sigara içmeye çıkar, kimisi tuvalete gider, Yusuf ve benim gibi olanlarda ağaçların altında oturur hava alırdı.

On(saat 10) tenefüsü bittikten sonra atölyeye işimizin başına dönmüştük. Bütün gün eğe* yapmaktan kollarımız ağrıdı, adeta kas yapmıştık. Neyseki saat 12 olmuştu öğle tenefüsüne girmiştik. 1 saatlik molamız vardı. Atölye öğle arası hırsızlığa karşı kapandığı için Yusuf ile birlikte ekmeklerimizi alıp ana binaya, sınıfımıza gittik. Tahmin ettiğimiz gibi sınıf boştu. Cam kenarına geçip hem yemeğimizi yedik hemde karı kız kestik (zaten okulda topu topu 30 kız vardı)

- Yusuf kıza bak lan!
- Üf onun g.te ne korum be...
- Bende lan hehe...

Yusuf zaten zıvanadan çıkmış, okuldaki yaşlı bayan hocalarla bile fantezi kuran bir çocuktu. Garip birisiydi ama çok kral çocuktu. Zaten sınıf okuldaki en kötü ve en göze batan sınıf bizim sınıf olduğu için içinde adam gibi 2-3 çocuk vardı. Birisi de Yusuf'tu.

Yemeğimizi yedikten sonra yavaş yavaş atölyeye döndük. Millette yemeğini yiyip dönmüş, atölye kapısı önünde toplanmıştı. Ardından vakit geldi atölyeye girdik ve işlerimize devam ettik.

O gün atölyede garip, ilginç her hangi birşey olmamıştı.

Atölye dersimiz bittikten sonra o yorgunlukla sıkıcı Coğrafya dersi için sınıfa gittik. Atölyeden her zaman olduğu gibi 15 dakika erken çıktık. 5 dakika tenefüs ile beraber toplam 20 dakika vaktimiz vardı. Çoğu kişi sınıfa kurulmuş dinleniyor, enerjisi tükenmemiş olanlar ise ayakta koşuşturuyordu.

Koşuşturanlardan birisi bi' ara çöp kutusuna tekme attı (ne olduğunu hatırlamıyorum, sanırım birine salladı çöpe geldi) Çöp kutusu devrildi, içindekiler 4 bir yana şaçıldı fakat bir şey vardı ki... Hayatım boyunca gördüğüm en kötü şeydi belki'de o... Plasik bardak.. Fakat o plastik bardak ağzına kadar bok doluydu. Orospu çocuğunun birisi sınıfıma sıçmış, yetmezmiş gibi götünü bardağa tutturmuştu. Bunu yapan insan olamaz, hayvan bile olamazdı.

Bardağı gördükten sonra sınıfta bir çümbüş olduki anlatamam. Birbirine "şuna bak lan", "ibneye bak nasıl tutturmuş" diyenler mi dersin, sınıftan kaçanlar mı dersin ortalık kaynıyordu. Herkes çantasını aldı ve sınıfı terk etti. Yeni bir sınıf ararken Yusuf'a sordum "lan olum öğle arasında sınıfta biz vardık bizden bilmesinler lan?".. İçimi korku sarmıştı. "Yok olum ne olacak lan" diyerek geçiştirdi.

Yeni bir sınıf bulmuştuk, coğrafya öğretmenini oraya yönlendirdik. Çok geçmeden sınıfa müdür yardımcısı gelmiş "kamera kayıtlarını inceleyeceğiz" demişti. Benim korkum kat kat daha artmıştı. Öğle arasında Yusuf ile yemek yemek için sınıfa gitmiştik. Ben kara kara bunu düşünürken sınıf birden Kemal denilen sınıf arkadaşıma yüklenmeye başladı. Sanırım bir ara sınıfa gelmiştiki millet direk yüklendi çocuğa. "Kemal şıçmış lan" diye dedikodu başladı sınıfta. Coğrafya hocasıda zavallı ders anlatmaya çalışıyordu. Kimse de dinlemezdi zaten kendisini, fakat sınavlarda çok can yakardı, başıma geleni anlatmıştım...

Bir ara Kemal sinirden ağlamaya başladı. Derste ağlayarak küfür ediyordu "ben yapmadım lan amına koyduklarım" diyordu fakat sınıf devamlı gülüyordu. "Gülmesenize lan şerefsizler" dese bile bir kaç kişi susuyor geri kalanlar hunharca gülmeye devam ediyordu. Arkadan birisi " Kemal ağlama olum insanlık hali lan" diye bağırınca sınıfın gülmesi 2 katına çıkmış herkes okulu yıkacak derecede kahkaha atmıştı.

O gün bir şekilde bitmişti. Ertesi gün gene atölyedeydik fakat bu sefer teknik resim atölyesinde resim çiziyorduk. Bir ara dersin ortasında müdür yardımcısı geldi. Ben ve Yusuf en ön sırada olmak üzere tüm sınıf ayağı kalkıp müdür yardımcısını dinlemeye koyulduk.

- Kamera kayıtlarını inceledik fakat birşey bulamadık. (diye başladı ve gereksiz bir kaç birşey söyledi)... Onu yapan her kimse çıksın, çıkmazsa biz bulacağız. Demesi üzerine teknik resim hocası dayanamayıp sordu

- Hocam hayırdır ne yapmışlar?
- Sınıfa şıçmışlar hocam. diye cevap verdi müdür yardımcısı. Tüm sınıf güldü tabiki.

Bu olay bir şekilde arada kaynadı unutuldu gitti. 10. sınıf bitene kadar hep koridorda şunları duydum "aha işte şıçılan sınıf burasıymış..." aldırış etmedim, aksine güldüm bile.

O günden sonra kadın öğretmenler o sınıfta ders işlemedi, Kemal'e yüklenilmedi, şıçan yavşak bulunamadı. Lise bitti hala konuşur olduk.

- Sınıfa şıçmışlardı hatırladınız mı lan?
- Olum hatırlatma ya (gülerek)...

Güzel günlerdi...




5 Şubat 2013 Salı

Düşünmeyeceksin.

Sabahın ilk saatlerinde uyanmış, büyük buluşma için hazırlanmaya başlayacaktım. Dün akşamdan hazırladığım bilgisayar koltuğunun üzerinde duran elbiselere tekrar baktım ve tuvaletin yolunu tuttum. Hacetimi giderdikten sonra elimi yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım. Kendimi bomba gibi hissediyordum. Kahvaltı bile yapmadan ilk işim banyoya girmek oldu. Bizim banyo koridor gibiydi. Uzun ve dar. Tuvaletin sonunda küvet, girişinde ise lavabo ve banyo dolabı vardı, klozet ise küvete biraz yakın lavaboya uzak bir yerde ortanın biraz yanındaydı.

Küvete girmiş yaklaşık 6 dakika boyunca soğuk ve sıcağı ayarlamaya çalışmıştım. Kendime göre ayarladıktan sonra, yaklaşık bir kaç dakika boyunca vücudumu ıslattım. Ardından elim küvetin ucundaki şampuanların durduğu rafa uzandı. Kapağı çıkmış olan Dove şampuanı kafamda aşağı dökmem ile "ananı avradını!" diye şıçramam bir olmuştu. Zavallı anneciğim banyo yaparken şampuan bitmiş olaki içini suyla doldurmuştu. O soğuk su bedenime vurduğunda kısa süreli şok geçirdim.

Kafam yerine geldiğinde banyonun ucunda, lavabonun yanındaki banyo dolabında 4lü hacı şakır kalıp sabun olduğu aklıma geldi. Uzun zaman önce 1 tanesini delmiştim. Ayaklarım yerdeki sulara çıpata çıpata diye vura vura gittim banyo dolabının yanına. Üşümeye başlamış hatta titreme moduna bile girmiştim. Çekmeceleri karıştırdım fakat sabunları bulamadım. "Ulan birini deldik isminden dolayı günaha girmeyelim, hacı macı" diye düşündüm ama sonra siktir et lan donucam sonra düşünürüz dedim.

Velhasıl kelam sabunsuz yıkanmış, çıkmıştım. Odamda güzelce durulanıp giyindikten sonra salona oturdum. Buluşmaya daha 1-2 saat vardı. Salonda keyifle çayı yudumluyordum. Ta ki kardeşimin "abi şaçında beyaz var" dediği ana kadar. Hani lan falan deyip aynaya koştum. Hakkattende vardı, koparmak ile koparmamak arasında gidip geldim. Sonra aklıma "koparırsan çoğalıyomuş" geyiği geldi. Dur dedim babama sorayım..

Kafamı eğip hiç bir şey demedim. Kardeşimle olan muhabbetimizi duymuş olmalıydıki "lan siktir et nolcak" deyip beyazı çekip kopardı. "Naptın lan?" demek isterdimki hiç bir şey demeden evden çıktım, çay keyfime her zaman gittiğim berber Kurtuluş abinin yanında devam etmek istedim. Kurtuluş abi ile dükkanın önünde otururken çıraklar da dükkanı süpürüyordu.

- Yav Kurtuluş abi şaçımda beyaz çıkmaya başlıyor ne yapsak? dedim.
- Düşünmekten oluyo hep. Düşünmeyeceksin.
- Ama abi sınavlar mına-...
- Düşünmeyeceksin..

diye sözümü kese kese, üstüne basa basa söylüyordu.

- Abi karı kız işler-..
- Düşünmeyeceksinnn...

Muhabbet beni sarmamıştı, yavaştan kalkayım dedim kendi kendime. Saatime baktım. Buluşma vakti gelmişti. Kurtuluş abiye "hadi abi görüşürüz, kızla randevum var" deyip kalktım. "Hadi koçum beline kuvvet" diyerekte uğurladı beni...

Buluşacağımız kafeye varmış oturuyordum. Kendime bir salep söyledim. İçerken dilim yanmıştı "hassiktir lan" deyip bardağı yavaşça masanın üstüne bıraktım. O sırada sevgilim gelmişti. Oturdu. Bi süre hiç bir şey söylemeden oturdu.

"Yapamıyorum" dedi. Bir şey demedim. Diyemedim. "Sen bilirsin." diyebildim anca. Kalktı gitti. Oturdum gün boyu. Salebin acısı hala geçmemişti, gün boyuda geçmedi.

O günden sonra hiç düşünmedim. Hiç bir şeyi. Seneler geçti, yinede beyazladı şaçlarım.

Kurtuluş abiye gittiğimde artık düşünmeyeceksin demiyordu. "Genetik bunlar hep ya" diyordu her seferinde. Bende "evet abi" diyor Kurtuluş abinin askerlik maceralarını dinliyordum.

1 Şubat 2013 Cuma

O bakışlara maruz kalmak...

Öğrencilik hayatımızda bir çok kez yaşamışızdır bu tarz durumları, hocaların o delici fakat bir o kadar da umursamaz bakışları. Sınav öncesi sıradan bütün eşyalarınızı kaldırıp, kaleminizle sıraya birşeyler çizer sınavın başlamasını beklersiniz ya. İşte o sırada hoca sizin sıraya kopya yazdığınızı zanneder. Hiç birşey demeden baskın yapıyorcasına yanınaza gelip sırayı süzer o bakışlarla. "Ne oluyo lan!?" dersin ve hiç birşey demeden gider geri. Rahatlarsın. İşte o bakışlar beni mahvetmişti...

İlk olarak ilkokul 4 sınıfta yaşamıştım bu durumu, hayır neden öyle birşey yaptığıma da anlam veremiyorum fakat o zamanlardan belliymiş nasıl bir çocuk olacağım. Matematik dersindeydik, tek başıma sıramda oturuyordum, öğretmenimin okuduğu hızlıca kesirli sayılar problemini yazıyordum. Soruyu tam hatırlamıyorum fakat iki kesirli sayıyı çarpma işlemiydi. Soruyu şu şekilde yazmıştım.

" ¼ kesirli sayısı ile iki bölü dört kesirli sayısını çarpınız" (soru örnektir)

Evet göründüğü üzere 2. kesirli sayıyı rakam ile göstermek yerine yazı olarak yazmıştım. Sanırım elimi hiç bozmadan düz yazayımda bitereyim diye düşünmüş olmalıyımki. Ardından şu gerizekalılığı yapmıştım.

"Öğretmenim bir bakar mısnız?" deyip kadını yanıma çağırmıştım. Ardından ise "öğretmenim burda 1 tane kesirli sayı var nasıl çarpıcaz" demiştim. Evet bunu yapmıştım. Kadın ise bir süre defteri süzdü. Yaklaşık 10 saniye kadar o bakışlara maruz kalmıştım. Ardından hiç birşey demeden gitmişti.

Kim bilir ne düşünmüştü benim hakkımda? "Kamile bak ya" demiş midir? Dememiştir lan bence.

İlk hatırladığım bakışlar onlardı. Zaten ardı arkası kesilmemişti o bakışların. 7. sınıfta müzik dersinde sıra arkadaşımla beraber yan sıradaki arkadaşlarımıza "nah" çekiyoduk. "Şşş oğuz baksana lan" deyip baktığında ise şlak diye yapıştırırdık suratına o "nah"ı. En son kim nah çektiyse o nahı yiyen kişi cevabı mutlaka vermeliydi.

Yan sırada oturan Oğuz'un doğuştan resim kabiliyeti vardı. Çok iyi karakalem resmi çizerdi. Bize "şş baksanıza lan" dediğinde bizde karşımıza çıkacak nahı bildiğimiz için hiç dönmez, birbirimize "bakma lan bakma" derdik. Biz bakmayınca Oğuz'da bir kağıda nah çeken adam resmi çizip kağıdı bizim masaya bırakmıştı. İyi bir yöntemdi, fakat biz bu numarayı yermiydik? Yemezdik "hadi lan ordan deyip kağıdı Oğuz'ların masaya geri bırakmıştımki. Müzik öğretmeni o anı görmüştü.

"Şimdi şıçtık" dedim içimden. Geldi ve kağıdı aldı. Kağıdı açıp bir süre baktıktan sonra hiç sesini çıkarmadan kağıdı çöpe atıp dersine devam etti. Oğuz yanındakiyle beraber kahkahalara boğuluyor, ben ise hocanın benim çizdiğimi düşündüğünü düşünüyor, utanıyordum.

O kağıda attığı o bakış canımı sıkmıştı. Acaba o kağıdı açtığında suratına ŞLAK diye yemişmiydi o nahı? Yoksa çocuklar aralarında puştluk yapıyor diye mi düşünmüştü? Ama siz yinede kusura bakmayın hocam, o resmi ben çizmemiştim ve çizenin nahı sizin değil benim suratımda patlamalıydı...

Lise 2. sınıfta son derste kopya çekerken yakalanmıştım. Coğrafya dersiydi. Fakat önce o günün sabahına dönmek gerekirse kısaca şöyle anlatayım size. Sabah en fresh halimde okula gelmişim, önceki gece saatlerce coğrafya çalışmış, bu sınavıda iyi atlatırım düşüncesi ile okula göğsümü gere gere gelmiştim. Sabah tören başlamadan okulun banklarından birinde arkadaşlarla oturuyorduk. Sınavda çıkacak konulardan bahsedildi. Ben yıkıldım tabi, arada çalışmadığım bir iki konu olduğunu farkettim.

Ben oralara çalışmadım ya diye yakınırken Mustafa adlı arkadaşım "ben telefona yazdım olum o konuyu, dur mesaj olarak atayım sana" dedi ve attı. Sağol falan derken iyice rahatlamıştım. 1 konu 1 konudur saatlerce çalıştım, bırakında 100 alayım.

Sınav saatti gelmişti. Bitiren eve gidecekti. Herkes sınava yumulmuş biran önce bitirme derdindeydi. Fakat ben ise planı uygulama aşamasındaydım. İlk soru çalışmadığım konudan gelmişti, diğerleri ise bildiğim. "Hemen şu soruyu telefondan bakayımda gerisini hallederiz" mantığı ile yola çıkmıştım. Telefonu çıkartıp dizimin üstüne koydum. Ve soruyu şakır şakır yaptım. Tam diğer soruya geçecektim ki, hocam tepemde bitiverdi.

"o ne öyle?" diye sorduğunda laubali bir şekilde "telefoooon" diye uzatmıştım. Telefonu dizimin üstünden, kağıdı masamdan alıp, telefonumu çöpe atıp "çıkabilirsin" demişti. Çöpten telefonu alıp, eve doğru Mustafa'ya söve söve yol almıştım. Sonra kafamda dank etti.

"siktir et lan eve 20dk erken geldim işte...."