7 Mayıs 2013 Salı

Münasebetsiz.

Yıllar sonra gelen akrabadan, arkadaştan, eşten dostan hayır gelmez arkadaşlar. Bunu bilir bunu söylerim. Bizim mahallede Hakan diye bir çocuk vardı. Suratını hayal meyal hatılıyorum. Adem adında bir abisi, küçük bir kız kardeşi vardı. Yeri geldiğinde selam veren yeri geldiğinde beni hiç iplemeyen, artist takılmaya çalışan esmer bir çocuktu Hakan. Artist olduğu kadar da bilgisizdi. Kendisine dair çok bir anım yoktu aslında. Hatırladığım şeyler arasında 2002 Dünya Kupasında sulu boyayla birbirimizin suratlarını boyamıştık. O benim suratıma ay yıldız, bayrak gibi türlü şekiller çizdi. Ben de daha sade olsun diye suratının yarısını kırmızı yarısını beyaz boyayla boyamıştım. Fakat belli olmuyor diye triplere girmiş, ben yapmayacağım ya boşver deyip yüzünü yıkamış, benim de canımı oldukça sıkmıştı.

Annesi ile annem ara sıra görüşür misafirliğe giderdi. Yine oturmaya gittiğinde bu sefer yanında beni götürmüştü. Annesi ile annem salonda oturup çay içerken ben ile Hakan, abisiyle kendisini odasına gidip oturuyorduk. Ajanda gibi bir defter çıkardı. Deftere gazetelerden kopardığı milli takım haberleri, resimlerini yapıştırmıştı. Sayfalarca doluydu. Çok hoşuma gitmişti. Futbol ile çok aram olmayan ben bile onu gördükten sonra aynısını yapmak için eski gazeteleri kesip kesip durmuştum.

Bir ara "hadi oyun oynayalım" deyip oturduğu yerden kalktı ve dolabın yanındaki poşeti getirdi. Poşetin içinden çıkardığı şey çekmeli futbol oyuncağıydı. 11e 11 karışık biçimde dizilmiş oyuncular, oyuncuların dipleri ise çukurdu. Top niyetine de misket vardı poşetin içinde. O bir takım seçti ben bir takım. Çekişmeli bir maç yaşanıyordu adeta aramızda. Yeni yeni küfür öğrendiğimiz zamanlardı o zamanlar. Küfür etme şimdiye oranla çok ayıptı. Fakat biz dayanamayıp ediyorduk. Maçta beraberlik olmuştu. Atan kazanacaktı ve top bendeydi. Kalenin çok yakınındaki oyuncudaydı topum. Avantaj bendeydi, alacaktım maçı. Sert şut çekmek için gerdim futbolcuyu. O kadar çok gerdimki futbolcunun plasik kafası elimde kalmıştı. Utancımdan ağzımı açamadım, şutta gol olmamıştı zaten. Bir süre birbirimize baktık. Ben gerizekalı gibi kafayı futbolcuya yapıştırmaya çalışıyordum fakat olmuyordu. Hakan oyuncağı alıp direk ayağı kalktı ve annesine koştu. "Anne, kafası koptu" dedi. O kadar çok utandım ki. Annesi olgunlukla karşıladı "yapıştırırız oğlum birşey olmaz" deyip annemle sohbetlerine devam ettiler. Fakat ben çok utanmıştım, hiç bir zaman unutamadım bu olayı.

Aradan bir kaç zaman geçti. Zaman zaman Hakan beni ipledi, zaman zaman sallamadı bile. Bir gün zillerine bastım. Hakan cama çıktı. 3 katta oturuyorlardı. "Aşşağı gelsene" dedim. "Gelemem taşınıyoruz, evi topluyoruz" dedi. "Hadi ya" diyebildim. Birden Hakan marş söylemeye başladı.

"Marş söylerken, yumruk göklerde, yensen yenilsen kalbim hep senle!!" diye bağırıyor, bana "taşınıyoruz ama, hep arkadaşız" mesajı vermeye çalışıyordu. Fakat ne dediğini anlamadım, Hakan tekrar söyledi marşı. Evet, gene anlamadım. Üçüncüyüde anlamayınca "ebenin amı, mına koyim" deyip içeri girdi. Söylediği marşı çok sonra anladım ama iş işten geçmiş, Hakan taşınmıştı bile.

Yıllar sonra, mahalleyi ziyarete gelmişti. Sokakta karşılaştık. Bana gülerek yaklaşıyordu, tanıyamadım. "Nasılsın?" dedi. "İyi, sen?" dedim.

-Tanıyamadın sanırım?
- Yok vallahi tanıyamadım.
- Ben, Hakan ya.
- Hee, tanıdım.

Bir süre muhabbet ettikten sonra bana gezme teklifinde bulundu. Olur dedim gezelim. Bir cafeye geçtik oturduk. Konuyu devamlı eskilerden açıyordu. Eskiden şöyleydik, eskiden böyleydik. Muhabbet beni baymış artık kalkmak istiyordum. Devamlı telefona bakıyordum. "İşin var herhalde" dedi. "Evet ya arkadaş çağırdı yardım edicem de" dedim. "Ama seninle işimiz var" dedi. "Ne işi?" diye şaşkınca sordum. "O kafanın hesabı sorulacak" dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder