7 Haziran 2014 Cumartesi

Muhittin

Çok konuşan, her konuda bir fikri olan, dediğim dedik, kendisinin dediği olsun isteyen bir karaktere sahipti Muhittin. Kendisiyle bir türlü anlaşamam bir yana tanıdığım günden beri her işime burnunu sokması, her ortamda beni rezil etmesi canıma tak etmişti. Bardağı taşıran son damla ise ona verdiğim değerli sırrımı bir başkasına söylemesiydi. Bu olayla birlikle Muhittin ile olan bağlarımı koparmıştım.

Kim mi bu Muhittin? Muhittin benim iç sesim. Ona Muhittin ismini ben verdim. O da çok memnun kaldı bu isimden. Ne zaman Muhittin diye seslensem "Efendim abi!" diye atlardı. Beni yalnız bırakmayan tek arkadaşımdı Muhittin. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Birlikte oturur kalkar, sağa sola laf atardık. Tabi onun dediklerini benden başka kimse duymazdı.

Seviyeli bir iletişimimiz varken bir süre sonra samimiyet sınırımız ortadan kalkmış, yanımda küfür etmeye başlamıştı. Yetmezmiş gibi bu küfürler ara ara bana bile ediliyordu. İlk hatırladığım şey ise yemek yedikten sonra ağız kokusu için çiğnedim sakıza laf atmasıydı.

-(Abi yavşak yavşak çiğneme şu sakızı istersen)
- Ne diyorsun lan sen yavşak falan?
-(Abi öyle ama cak cak çiğniyorsun, rahatsız oluyorum)
- Rahatsız oluyorsan siktir git pezevenge bak.

İlk tartışmamız bu şekilde olmuştu. Benim de ağzımı bozmuştu hayvan herif. Git gide daha da terbiyesizleşiyor iki lafından biri karı, kız ve onların gubarcıkları oluyordu. Korktuğum başıma gelecekti sanırım. Çok yakın zamanda bir kız ile randevum vardı. Kafede oturup bir şeyler içecektik. Uzun zaman sonra belki de bir kız arkadaş edinecektim. Buna engel olmasına izin veremezdim.

O gün geldiğinde ondan söz aldım. Tek kelime dahi etmeyecekti. Susacak ve olayı bana bırakacaktı. Atlamak, karışmak, akıl vermek yoktu. "Tamam abi" dedi ve sustu.

Ben buluşma yerine gittim ve kızı beklemeye koyuldum. On dakika geçmesine rağmen gelmemişti. Bizimki dayanamadı.

-(Abi bu daha ilk buluşmadan böyle yapıyorsa-)
-Oğlum sana sus demedik mi lan?
-(Ama abi-)
-Kes lan! Geldi işte.

Geç kaldığı için mahcup olduğu anlaşılan bir yüz ifadesiyle geldi yanıma oturdu. Muhabbet koyulaşmıştı, çok mutlu olmuştum. Uzun süre sonra kız arkadaş edinmiştim. Hemde kafa dengimdi. Çoğu üniversite öğrenisi gibi o da mizah dergileri okuyor, karikatüristleri tanıyor, onların ideolojilerinden bahsediyordu. Fakat bir konuda zıtlaşmıştık. O Penguen dergisinin daha komik olduğunu savunuyordu, ben ise Uykusuz'un. Basit bir tartışma konusuydu ama fazlaca abarttık. Ortam gerilmişti.

- Hem bir kere Uykusuz'da Memo Tembelçizer diye bir herif var, tamamen boş muhabbet adamı. Tamamen dergide fazlalık yapıyor. Fakat Penguen öyle değil. Hatrı sayılır, emektar karikatüristler var. Uykusuz yanında çocuk dergisi kalıyor.
-Esracım haklı olabilirsin fakat Memo Tembelçizer Penguen'de dahil olmak üzere bir çok mizah dergisinde çalışmış önemli bir karikatürist ayrıca Uykusuz'un kurucularındandır. Ayrıca Penguen'de düz yazı okutabilen kaç tane yazar var? Umut Sarıkaya varken kim okur Kaan Sezyum'u?
-Can saçmalıyorsun! Umut Sarıkaya kim ya? Ahaha. Yazılarındaki zerre akıcılık yok. Çizimleri berbat, espiler bayat..
-(Abi ben bunu vururum.)
-Muhittin sus skerim belanı.
-...efendim?
-Sana demedim Esra sen devam edebilirsin.
-Öyle yani Can. Umut Sarıkaya'ya gülenin kuş kadar aklı yoktur bence.
-Muhittin ben bunu vururum.
-(Abi ne diyor bu ya? Kalk gidelim bu ne mına koyim)
-Muhittin kim Can?
-Ne Muhittin'i?
-Az önce Muhittin dedin?
-Yoo..
-(Abi kalk gidelim)
-Muhittin sus.
-Can ne diyorsun sen?
-Bir şey demiyorum
-(Abi uğraşma hadi gidelim)
-Muhittin bir susmadın mına kodumun yerinde bi dur zaten sinirlendim.
-Can ne diyorsun sen iyi misin?
-(Değil mına koyim, Uykusuz sevilmez mi lan? Hani kızlar Fırat'a hastaydı)
- Muhittin sikeyim belanı.
-Can niye küfür ediyorsun, terbiyesiz.

Bu son cümlesiydi. Kalktı gitti. Yine Muhittinle baş başa kaldım. Hesabı ödeyip çıktım mahalleye geldim. Küplere binmiştim.

-Mına koyim senin Muhittin, bir susmadın lan.
-(Abi ayıp oluyor ne küfür ediyorsun)
-Sus lan orspu çocuğu senin yüzünden kız gitti.
-(Abi teknik olarak kendine küfür ediyorsun)
-Abinin mına koyim senin

Artık iş çığrından çıkmış Muhittin'e aslında kendime saldırmıştım. Önce bir aparkat attım sonra ensemden tutup kendimi yere attım.

-Acıyor mu lan piç?

Araya esnaf girdi, deli mi lan bu diyen oldu. Eve geldim, ağzım burnum kan içinde kalmıştı. Tam odama girecektim ki. Odamda birisinin olduğunu fark ettim. Kapı aralığından gizlice baktım. Kıvırcık saçlı bir çocuk, odanın ortasına kamera koymuş karşısında bir şeyler anlatıyordu. Hışımla içeri daldım .

-Noluyor lan burda!
- Abi merhaba, ben Kadir memnun oldum.
-Ne işin var lan burda pezevenk deyip kıvırcık saçlarından gözükmeyen ensesine vurup evden kovdum.

Nasıl korktuysa kamerasını bile almamıştı.

-Hep sen sokuyorsun bunları eve Muhittin, duyuyor musun beni yavşak.
-(Abi ben seninle konuşmuyorum, bir süre bulaşma bana, çok bozuldu ağzın senin)
-Trip yapma lan karı gibi.

Hakikatten bir süre konuşmadı benimle. Yokluğunu hissetmedim değil. Bak sana ne söyleyeceğim deyip. Bir sırrımı verdim ona. Bunu benimle paylaşmış olman harika bir şey dedi, tekrardan başladık konuşmaya.

Ona verdiğim sır çok mühimdi. Bu Dünya'da onun haricinde bir arkadaşım daha biliyordu. O kimseye söylemezdi. Fakat sırrımı paylaştıktan 2 gün sonra okulda biri bana gelip "Vay Can, demek öyle ha" demesiyle anladım ki Muhittin tam bir rospu çocuğuymuş.

Diğer arkadaşım sırrımı söylemiş olamaz. Bunu yapsa yapsa Muhittin yapmıştır deyip o günden beri asla konuşmadım kendisiyle. Ara ara "Abi?" desede cevap vermedim duymazdan geldim. Bir süre sonra konuşmayı bıraktı. Tam olarak 2 aydır konuşmuyoruz.

Sırrın ne olduğunu merak ettiğinizi biliyorum. Fakat bu bir sır söylenmez mına koyim.

Her neyse deli falan değilim. Ortamda muhabbet edebilecek daha zeki biri yoksa insan kendisiyle konuşurmuş. Neyse şu kıvırcığın kamerasına bir bakayım, neler kaydetmiş acaba...

23 Şubat 2014 Pazar

...Ama olmuyor böyle! (1)

Bazı insanlar vardır çok vefalıdır mesela. Yıllar sonra bile unutmaz seni. Yaptığın iyilikleri, aranızda geçenleri. Ben öyle biri olmayı çok isterdim mesela. Yıllar önce yediğimin, içtiğimin ayrı gitmediği insanları yıllar sonrada unutmamak isterdim. Ama hep unuttum onları. Vefalı olamadım bazı insanlar gibi.

Ben çok fazla tanımadım öyle insan, hatta hiç tanımadım desem daha doğru olurdu.

Liseye ilk başladığım sene, arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Meslek lisesi ortamında kafa dengi arkadaş bulmak çok zordu. Fakat ben bir tane bulmuştum. İsmi Mert'ti. İsmi gibi kendiside Mert bir çocuktu. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmez her türlü ortama birlikte giderdik. Espiri anlayışımız, zevklerimiz uyuşuyordu. Devamlı bir muhabbet içindeydik. Derslerde yan yana oturur, ders dinlemek yerine muhabbet ederdik. Hiç unutmam fizik dersinde konuştuğumuz için müdürün yanına gönderilmiştik.

Müdürün odasında 5-6 tane öğretmen, ayakta olan bana ve Mert'e bakıyorlardı. Biz ise çocuk olduğumuzdan sanki çok kötü bir şey yapmışız gibi korkuyor. Müdürün ağzına bakıyorduk.

Müdür : "Niye konuşuyorsunuz oğlum derste!" diye sordu sert bir ses tonuyla.

Tabi, kendini tutamayan durumdan kurtulmak isteyen ben ise hemen atladım.

- Hocam benim fiziğim çok kötü, ders anlatıyordu arkadaş bana. Geçen sınavdan 20 aldım da ben. Ondan yani dersten bahsediyorduk.

Hoca Mert'e döndü.
- Sen kaç aldın lan?

Mert'in "15 aldım hocam" demesiyle odadaki gerginlik bir anda yok olmuş, kahkahalar patlamıştı. Hayatımda en rezil olduğum an budur herhalde.

Her neyse bir şekilde lise 1 bitmiş. Sene sonu gelmişti. Yaz tatilinde Mert ile hiç görüşmemiş ve konuşmamıştım. O canciğer dostluk yok olmuştu sanki. Bir şekilde yaz tatili bitmişti. Okula gittim. Lise 2'e geçtiğimiz için artık bir bölüme gitmek şart olmuştu. Ana binanın girişine bölümlerin yazılı olduğu kağıtları asmışlardı. Koştum hemen, kendi bölümümü buldum. Hayatım o saatten sonra değişmişti zaten. Ben elektronik beklerken adımın yanında koskoca Makine yazıyordu. Sağlık olsun dedim. O sırada lise 1'den sınıf arkadaşım Gökhan'ın bağırarak "Genjlerr benim adıma bakın bakayım altın harflerle Makine yazmışlar mı?" dediğini duydum. 15 dakika geçti, geçmedi olayın şokunu atlattım. Etrafıma bakındığımda köşede Gökhan'ın ağladığını gördüm. Ne olduğunu sorduğumda "metale atmışlar mına koyim" cevabını vermişti. Onun durumu daha vahimdi lan. Halime şükrettim ve Mert'in bölümüne bakmak için tekrardan ana binanın önüne gittim. Listeyi iki hatta üç kez kontrol ettim. Mert'in adı yoktu orada. Hemen telefona sarıldım. Adının olmadığını söyledim.

- Kanka ben okul değiştirdim, şimdi oraya gidiyoruz, dedi.

İkinci kez yıkılmıştım o gün. O telefon görüşmesinden sonra tam 3,5-4 sene Mert ile bir daha iletişimim olmadı. Telefon rehberimde fazladan yer kaplayan, facebook'umda ise beğendiği gönderilerimi beğenen sıradan biri olmuştu benim için artık.

Bir şekilde liseyi bitirmiş mezun olmuştum. Üniversite sınavını kazanamamış, dershane kaydolmuştum. Mert diye biri sanki hayatıma girmemiş gibiydim. Vefasızdım yani. O eski günler hiç aklıma gelmedi.

Yine sıradan bir gün Facebook hesabıma tanımadığım bir kızdan mesaj geldi. Mesajda resmi bir üslupla "Merhaba, ben Mert'in kız arkadaşıyım, 27 Ocak'ta bir kareoke barda Mert'e sürpriz doğum günü partisi yapacağız. Beni ararsanız detayları size bildiririm 053..." yazıyordu.

Alla allah dedim, hemen telefona sarılıp verilen numarayı aradım. Kızın söyledikleri karşısında ağzım açık kalmıştı, beynimden vurulmuştum. Senelerdir sesini duymadığım arkadaşım kız arkadaşına devamlı benden bahsediyormuş, en iyi arkadaşım, lisede yapmadığımız kalmadı, çok severim vesaire vesaire... İşte bahsettiğim buydu. O vefalı bazı insanlardan biriside Mert'i. Çok duygulanmıştım karşılaştığım durum karşısında.

Mert'in kız arkadaşıyla doğum günü partisinin detaylarını konuştuktan sonra telefonu kapadım. 27 Ocak'ta, yani telefon konuşmasından 5 gün sonra. Senelerdir görmediğim o vefalı adamı görecektim. Kim bilir ne kadar değişmişti. Hala benden uzun mu acaba? Ya da yakışıklı mı? Gidince görecektim...

27 Ocak günü başıma geleceklerden habersiz Sefaköy durağından Metrobüse bindim...