25 Mart 2016 Cuma

Evlilik Programı


Son dönemlerde adeta tavana vurmuş bir televizyon programı türü. Aksiyon, macera, bilim kurgu gibi evlilik programı da resmen kendi içinde bir tür ve kendi içinde kategorilere ayrılıyor. Mesela Esra Erol'a okumuş kesim katılıyor. Örnek vermek gerekirse, ben liseye yeni başladığım dönemlerde Esra ablamıza makine mühendisi bir abi katılmıştı. Ben liseyi bitirdim, dershaneye falan gittim, üniversiteyi kazandım, bu abi hala oradaydı. Yani o programa katıldığında mühendislik fakültesine giren adamlar şuan alanlarında uzman firmalarda acayip paralar kırıyor, hatta bir kısmı evlenmiş, çocuğu olan bile var. Ama o abi hep orada, geleni reddediyor, gideni reddediyor. Deli midir nedir?

Zuhal Topal'a daha orta sınıf kesim, Flash Tv'dekine ise yaşlılar katılıyor. Böyle de acayip bir olay. 95 yaşındaki adam önünü göremiyor fakat hayatımın geri kalanını paylaşabileceğim 40 yaş üstü bir hanım arıyorum diye o koltuklarda hayatının son anlarını kadın bekleyerek harcıyor.

Yaşlı yaşlı teyzeler belki ölmeden son kez cinsel hayatımı tavana vurdururum düşüncesiyle programlara katılıyor, evi barkı olan, çükü kalkan beyefendi arıyorum diyerek bekleyişe koyuluyorlar. Ne kadar acı!

Üniversite okumuş 21-22 yaşındaki gencecik kızlar çalışmayı düşünmüyorum, bana bakacak koca arıyorum diyor. Madem çalışmayacaktın ne diye çanı eğrisini yükselttin amına koyim.

Dişleriniz takma mı kendinizin mi diye soru soran kadınlar gördüm. Bu kadarı da pes.

Şimdi soracaksınız, ya kardeş sen bu kadar detaylı nasıl biliyorsun diye? Benim hayatımda bu evlilik programları 3 dönemde beni can damarımdan vurdu, isyanım onadır.

İlki lise yıllarımda programa amcamın katılmasıyla olmuştu. Yılını tam hatırlamıyorum o zamanlar kara gümrüğü yakan arkadaş ile sütyensiz videosuyla meşhur olmuş ablanın sunduğu bir program vardı. Bir gün evde sakin sakin otururken halamdan bir telefon geldi. "Ali Amcanız programa çıkacak şimdi 4ü açın" diye. Ev ahalisi koştuk açtık tabi kanalı, bir de ne görelim. Bizimkini anons ettiler. Karnına kadar çektiği pantolonu, pantolonun içine sokuşturduğu gömleği, yakın gözlükleri ve kel kafasıyla bizimkisi çıktı sahneye.

Her an bir pot kıracak diye bekledim ama gayet sakindi. "Yeminli masörüm ben" dedi. Uğur Arslan sordu ne yemini bu diye? Baktı ki bizimkisi cevap veremeyecek "masaj yaptığım insanın özeline saygılı olacağıma, kötü gözle bakmayacağıma tarzı bir şey mi bu yemin" dedi. Bizimkisi evet Uğur bey diyerek geçiştirdi.

İşte ilk vurgun bugün olmuştu. Bir daha evlilik programına, sadece program ya havasıyla bakamazdım artık. İkinci vurgun ise, yine lise dönemimde halamlardan en çatlağının yine aynı programda en önce alkış tutup, dans ettiğini görünce olmuştu. Allah bizim aileyi adeta sınıyordu. Vefat etmiş dedem görse çocuklarının evlilik programlarında sürttüğünü, kim bilir ne derdi. Canım dedem.

Üçüncü vurgun ise en can yakıcısıydı. Üniversite ilk sınıfı bitirmişim, yaz tatili için evime dönmüştüm. Günler geçiyordu ama bir tuhaflık vardı. Emekli babam, dışarı çıkıyor, akşam olmadan eve geliyor evlilik programını açıp saatlerce izliyordu. 2-3 yıl evvel annemle boşanmasına bağlıyorum. "Acaba?" diyorum kendi kendime. Yok ya diyorum yapmaz öyle bir şey herhalde. Arada odadan çıkıp yanına gidip oturuyorum. Hiç istifini bozmuyor izlemeye devam ediyor. Ya diyorum baba sen ne yapıyorsun? Ya çok komik az izlesene diyor. Oturuyoruz saatlerce izliyoruz, hakikatten komikmiş lan.

Baba, oğul ritüel haline getiriyoruz, üniversiteye dönünce bile arayıp "baba bugünkü bölümü izledin mi ya" diye muhabbet ediyoruz.

Kusura bakma dedecim, çocukların bu programın müptelası.

Canım babam...



Bir Şey Kıpraşıyor!

Bana sigarayı alıştıran adam. Adam gibi adam...

Yıllar öncesi, lise yeni bitmiş üniversite sınavından çakmışız. Meslek lisesi okuduğum için bahanem hazır "Ya biz hep meslek dersleri gördük, napalım" diye geziniyorum. Ailemde sesini çıkartmıyor tabi. Üniversiteye direkt geçiş hakkımı kullanmadığım için başta laf söylüyorlardı fakat sonrasında durumu kabullenip beni dershaneye yazdırdılar.

Bin bir çeşit hayal kurarak başladım dershaneye. Bundan sonra kızlara takılmak yok, oturup adam gibi derslerime çalışıcam olumlu süreç bir hafta sürmüş, sonrasında bir sevgili bulup yine çakozlayıp 2 yıllık bir yüksek okul kazandım, orası ayrı.

Dershaneye yeni başladığım zamanlar, yeni tanıştığım bir eleman vardı. Kısa zamanda kendisiyle yakın arkadaş olduk, küstük, kavga ettik ama bizi hiç bir şey ayıramadı. Adeta birbirimizin ailesinden biri olduk. Ben onun evine o benim evime gider gelirdi. Ayrı üniversiteleri kazandık ama dostluk hep baki kaldı. Zaten aynı mahallede oturuyorduk, sık sık görüşüyorduk.

Yine bir gün üniversite ara tatile girmiş memleketimize dönmüşüz. Bir iki gün geçti buluştuk tabi, bu arkadaşın bir ablası var 30lu yaşlarda, evli, iki çocuklu dünya iyisi bir insan, beni de çok sever. Tutturdu kanka gidelim hadi diye. İyi dedim ilk defa gitmiyorum sonuçta bir çekingenliğim yok. Bastık gittik, çaylar içildi, yemekler yenildi, üniversite hayatı vs. muhabbetler yapıldı güldük eğlendik. Kalkma vakti geldi, montları, ayakkabıları giydik, apartmanda arkadaşın ablasıyla vedalaşmasını bekliyorum.

O sırada gözüme kapının önünde çöpler ilişti. Bir tepeleme çöp var neredeyse, tek kişinin taşıması imkansız. Abla dedim apartman kokmasın giderken atalım biz bunları. Vallahi çok güzel olur falan dedi, yüklendik çöplere.

Çöplerin arasında bir tane pasta kutusu vardı. Ezilmemiş, gayet kutu halini koruyor. Aldım ben bunu elime yalnız içinde bir şey kıpraşıyor. Kutunun içinde oynuyor böyle. Ne yapsam, ne yapsam diye düşünüyorum. Abla dedim seni korkutmak istemiyorum ama bu çöpün içinde sanırım fare var diye durumu belirttim. O anda apartmanda resmen seferberlik ilan edildi. Kutu elimde ne yapacağımı bilmeden duruyorum. En sonunda merdivenlere bıraktım kutuyu, üstüne de bir çöp poşeti koydum ki çıkmasın içindeki. Hemen ayakkabımı çıkardım, eve geri daldım. Tamam delikanlıyız ama korkuyoruz kardeşim.

Ablanın küçük oğlu, yaklaşık 10 yaşlarında, telaşa kapıldı. Anne dayımı uyandıralım nolur demeye başladı. Abla ise ne yapacağını şaşırmış odadan eline süpürge sapı almış apartmana fırlıyor. Arkadaşım ise benim gibi evin içine girmiş. Hepimiz ne yapacağını bilmiyor halde kutuya bakıyoruz. O kadar sessiz bir ortam oldu ki saatimin tık tık sesini duymaya başladım. Adeta o kutu bir bomba ve elinde süpürge sapı olan abla, bomba imha uzmanı gibi sakince kutuya yanaştı ve kutuyu altından ve üstünden tutup kaldırdı.

Hızlı hızlı aşağıya inmeye başladı. Arkasından çocuğu ve benim arkadaş fırladı aşağı doğru iniyorlar. Ben tabi ne yapacağımı bilemedim, kapının önünde bekliyorum, kapı kapanmasın dışarı.da kalmayalım diye. Aradan neredeyse 10 dakika geçti, ne gelen var ne giden. Lan dedim pastayı yiyen fare mutant falan mı oldu bizimkilere mi saldırdı acaba diye kendi kendime senaryo yazarken, gülüşme sesleriyle bizimkiler yukarı doğru çıktı.
Nooldu abla? Diye salak bir ifadeyle sordum.

-Ya kutunun içinde kavanoz varmış dedi abla.

Sonra bir ton dalga geçtiler. Ben ise elimde çöp poşetleri oradan uzaklaştım. Bir daha da o arkadaşımla görüşmedim...

12 Mart 2016 Cumartesi

Sıkışıklık



Başlığa bakıp yanılmayın, bu otobüste sıkışmak ne bileyim konser alanındaki tıklım tıklımlık değil. Konu tuvalet. Herkes sıkışır evet, herkesin başından geçmiştir. Evden çıkarsın yarım saat sonra deli gibi sıkışırsın mekana gitmene çok vardır kıvranırsın falan filan. Fakat bu sıkışlık anca filmlerde falan görebileceğin tarzdaydı ve hayatımda yaşadığım en kötü yarım saati temsil eder.

Vakti zamanında bir takım tuvalet sorunlarım vardı. Halk diliyle motoru bozmuşuz. Normal bir insan evladı 2 günde 1 ya da günde 1 kere tuvalete çıkar. Fakat benim gibi o zamanlar öğrenci olan, çok yemek yemeyen hatta zamanında 3-4 günde bir tuvalete çıkan biri için her gün her gün tuvalete gitmek eziyete dönüştü. Tamam planlı programlı bir insan değilim ama arkadaş kendimi buna göre ayarlamışım ne yapayım?

Bazı günler benim için çok problemli olmuştu. Çünkü pezevengin bir saati vardı ve hep aynı saatte bastırırdı. Hani sosyal mecrada gezen bir söz vardır ya "okul tuvaletine sıçan adamdan her şey beklenir" diye. Kardeşim ne yapalım altımızı dolduralım?

Üniversite 1. sınıfta bir çok dersin devamsızlığını sırf tuvalete gitmek için doldurmuştum. Bazen işin ibneliği çözüp 3 saatlik dersin ilk saatine girip ikinci saatini sıçmak için kullanıyordum. 3 saatte tekrar giriyordum hoca fark etmiyordu.

Yine bir gün tuvalet gelir gibi oldu. Felaketin geleceğini anlamış olacağım ki derse girmedim, ben kaçar dedim çıktım dışarı. Şimdi benim evim okula yürüyerek 45 dakika, otobüsle ise 15 dakika uzaklıkta. Fakat okulun önünden otobüs sadece buçuklarda geçmekte ve otobüs geçeli sadece 4-5 dakika kadar olmuş.

Yapacağım şey merkeze çıkıp tam otobüsüne yetişmek. Merkez okuldan 10 dakika falan. Çıktım gittim merkeze ama karın ağrısı iyiden iyiye bastırmaya başladı. Otobüsün kalkmasına 20 dakika var, ekstra eve gidişle birlikte 30-35 dakika daha tutmam lazım. Fakat ne mümkün efendim. Altıma sıçtım sıçıcam affedersiniz.

En yakın camiye koştum, evet bildiğiniz koştum. Zaten buralarda tek tük cami var, küçük bir yer. Şöyle dışarıdan bir göz gezdirdim, şadırvan falan göremedim. Bir aşağı yürüyorum yoldan taksi çeviririm fakat taksi gelmiyor, bir yukarı yürüyorum ne yapsam diye fakat bir şey düşünemiyorum. Allah'ım bir aşağı bir yukarı yürüyorum. Dua falan etmeye başladım artık kurtulmak için.

Son olarak taksi durağına bir depar attım. Dedim vereceğiz 10 kağıt gidicez yapacak bir şey yok. Neyse gittim taksi durağına bindim bir taksiye. Araba çalışmıyor. Ne güzel. Arka koltuğa oturduğumdan beri kıvrandığımı fark etmemiş olacak ki "baba bi inde vurduralım arabayı" dedi. 2 taksici + ben arabayı ittiriyoruz. Neyse araba çalıştı bindim gidiyoruz. Arka koltukta ter basıyor beni, usta dedim biraz hızlı git gözünü seveyim. Niye dedi bir sorun mu var? Ya dedim ilaçlarımı alıcam saatim geçiyor. Bastı gaza gidiyoruz.

Neyse evimin 25-30 metre ilerisinde market var dedim burada dur bari. Durdu çıkardım cüzdandan son 50 lirayı. Usta dedi bozuk yok mu. Yok valla dedim ama kıpkırmızıyım. Aldı 50 lirayı indi arabadan markete girdi. Market bozamadı tabi parayı. Dur usta dedi diğer markete gidelim. Bastı gitti 100 metre ileriye. Allahım al 50 lirayı git diyeceğim öğrenciyim param yok. Güç bela bozdurduk, indim arabadan eve depar atıyorum artık bıraktım bırakıcam. Evin önüne gelince yavaşladım, ev sahibinin kızı var. Kız dediğime bakmayın 35-40 yaşlarında bir ablamız. Tuttu beni muhabbete ya işte yemek yaptım bir ara tabak getir tamam abla diyorum yok durmuyor, ev arkadaşın nerede okul nasıl gidiyor derken gözümden bir damla yaş aktı. Düştü böyle ayakkabıma. Abla görünce uzatmadı tabi. Görüşürüz dedi gitti.

Anahtarı çıkardım kapıyı açtım. Tuvalete gidene kadar bir tarafa gömleğimi, bir tarafa pantolonum bir tarafa donum, atletim her neyim varsa anadan üryan daldım tuvalete. Hani amerikan filmlerinde olur ya. Yatak odasının girişinden başlar elbiseler. Sütyen, iç çamaşırı falan. Sonra kamera yatağa gider sevişen çift görünür falan. Benim eve dalsa biri (ki bu mümkün) kıyafetleri görüp aha sevişen var diye takip edecek ve rezaletle karşılaşacak.


Velhasıl kelam, o günün acısını ve sonundaki rahatlığını ne kadar anlatsam da yaşamadan bilemeyeceksiniz. He bu arada yazıyı okuyup da inşallah altına sıçmıştır diye devam eden varsa. Umuyorum ıssız bir yerde otobüsünü kaçırır. Çok kötüydü ve bir o kadar boktan bir yarım saatti işte.

5 Şubat 2016 Cuma

in di ye


Ya dedi Can kardeş sana bir şey sorucam, sor usta dedim. Demeye kalmadan kafama vurdu. Noluyo lan demeye kalmadan başladı konuşmaya. Yılda bir yazıyorsun bir de gitmiş domain alıyorsun. Göt neyin peşindesin sen?  Haklıydı, bu lafının üstüne laf söylemek olmazdı. Sessiz sakin uzaklaştım oradan. Bir şey de diyemedim.

Uzun uzun yürüdüm. Kapalı da bir hava vardı zaten. İçimden yazı yazmak gelmiyordu. Düşünüyorum düşünüyorum aklıma komik bir anı gelmiyor. Çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum resmen. Hemen bir sigara yaktım. Parkın birinde oturdum, geleni geçeni izliyorum. Yalnız bırakmayacaklar ya hemen bir tane dede oturdu yanıma. Adamın yanında sigarada içmek istemedim. 2-3 fırt kala fırlattım sigarayı. Selamun aleyküm dedi. Aleyküm selam amca dedim.

Eyvah dedim. Klişe yaklaşıyor, okuyor musun, kaça gidiyorsun, gezegenini seviyor musun gibi soruları soracaktı. Çokta beklemedi zaten. Okuyor musun diye sordu. Okuyorum dedim. Kaçıncı sınıf dedi son sınıf dedim. 2 yıllık mı 4 yıllık mı diye sordu. Bir an kan beynime sıçradı. Anama bacıma sövüyormuş gibi hissettim. Hemen bastonunu elimden kaptığım gibi kafasına kafasına vurup oracıktan uzaklaştım demek isterdim lakin o işler pek öyle olmuyor, adamı patates ederler. Koca adama el kalkar mı lan hayvan!

2 yıllık amca dedim. İyi iyi oğlum uzatırsın onu merak etme dedi. Etmiyorum ki lan zaten niye edeyim ben halimden memnunum zaten. Hem zaten ne kadar manyak adam varsa ülkenin 4 bir yanındaki meslek yüksek okullarına dağıtmışlar, yalan mı? Benim gibi yazan-çizen adam için bulunmaz nimet. Hikayenin kendisi.

Hazır komikli bir şey gelmişken dayı bekleyedursun. Manyak adam diyordum ya, heh işte oradan geldi aklıma. Benim bir arkadaşım 4 dersten bütünleme sınavı kalmıştı. Kendi kendine hani lisede yaptığımız -ulan hoca sözlüye 100 verse, sınavdan 60 alsam-a benzer bir hesaplamaya girmiştir. O dersi veririm, şu ders tamam vs konuşurken bir ara talihsizlik sonucu çok kolay bir dersin final sınavından çıktığı aklıma geldi sordum. Ya dedi moruk onu düşünmüyorum bile geri kalan 3 tane sınavım var onları hesaplıyorum. Senin dediğin cepte, sınav tarihine bile bakmadım o derece yani dedi.

Adam o sınavdan geçeceğinden o kadar eminki, tarihe bile bakmamış. Bütünlemelere 10 gün kala çalışma zahmetine bile girmemişti. Ee diye soracaksınız, hemen anlatıyorum. Benim bu gerizekalı arkadaşım sınavı o kadar önemsememiş ki, bir zaman sonra o dersin sınavına gireceğini unutmuş ve haliyle sınavın olduğu saatlerde mışıl mışıl yatağındaymış.

Diyorum ya manyak bol. Benim yerli indie gruplarını dinleyen arkadaşlarım var dostlar. Düşünebiliyor musunuz? Yerli indie. Külotunda astronomi, kalburunda makarna, son biyanki bisiklet, amudu fukara ve benim en favorim emesenden konuşuruz. Bir insan ancak bu kadar müzik  zevkinden mahrum olabilir. Eğer ilerde olurda grup kuracak bir tanıdığım olursa isim hazırladım ona. Pazarda ananas aldırdım. Her neyse.

Amca devam etti. Benim dedi torunum var o da üniversite okuyor, 4 yıllık dedi. İyi dedim maşallah. İlgisiz gibi davranmak istemedim sordum. Ne bölümü okuyor amca? Aklı maklı bir şey dedi söylemiyorum dedi. Valla ben de bilemedim dedim. Nasıl üniversitelisin sen deyip bir de azarladı. Aktüerya Bilimleriymiş eve gelince biraz araştırma yaptım. Fakat bana en çok dokunan ne biçim üniversitelisin demesiydi. Hakikatten gerizekalı olduğumu düşündüğüm zamanlar oluyor. 1500ü 15e bölememiştim bir sınavda. Evet evet üniversite kazandım ben. Sınav heyecanıdır diyeceksiniz yok arkadaş bir gece önce 30u 900e bölüyordum onu da beceremedim yanımda kız arkadaşım vardı o çözerken gördüm ha böyleymiş yaparım dedim, yapamadım. Hakikatten salağım galiba. Sonra kafama vuruyor niye yazı yazmıyon diye. Ulan ben daha 1500ü 15e bölemiyorum ki anılarımı hatırlayayım. Amma velakin bu zekayla bu yaşa geldik.

Doğrudur amca dedim, ben kalkıyorum memnun oldum deyip sıvıştım. Amcayı arkada bırakırken, yere attığım sigaranın telafisi için bir tane daha yaktım. Yine kafada anı yok, yine elde sigara devam ediyorum. Yapacak bir şey yok.




13 Ağustos 2015 Perşembe

Zaman Geçiyor...

Zaman geçiyor, insanlar doğuyor, büyüyor, ölüyor. Yaşanmışlıklar artıyor falan filan. En son yazımı yazmamın üzerinden bir küsür seneden fazla olmuş. Hatta onu bile boşver adam gibi yazı yazmayalı epey bir zaman olmuş. Diyorum ya zaman geçiyor, yaşanmışlıklar artıyor diye. İster istemez bir çok şey yaşıyorsun. Bu bloga en son yazı yazmaya başladığımda liseyi yeni bitirmiş, dershanede üniversite kazanmaya çalışan bir gençtim. Birisi çıkıp "çok mu zaman geçti lan sanki artist" dese haklı çok zaman geçmedi ama bir çok şey yaşandı.

Lise zamanlarımda pasif bir insandım. Asosyallik vardı biraz. Bundaki en büyük sebep herhalde endüstri meslek okumamdı. Endüstri meslek okumuş illa ki birileri vardır içinizde bilirsiniz ortamı kız fazla yoktur. Hatta olsa bile siz göremezsiniz çünkü okulda kamuflaj ile gezerler. Bordo bereli edasındadırlar hatta.

Bizim okulda kızların en çok yoğun olduğu bölüm iç mimarlık bölümüydü. Onun dışındaki bölümler zaten Allah'a emanet metal, makine, elektrik gibi bölümlerdi. Okulun 2000-2500 kadar öğrenci nüfusu vardı. Bunların 250 kadarını kızlar oluşturuyordu.

İç mimarlık bölümünün girişinde şöyle bir yazı yazıyordu hiç unutmam. "Eğer bir erkek sizi durmadan kesiyor, siz bakınca kafasını çeviriyorsa elektrik bölümüdür. Korkmayın bir şey yapmazlar. Eğer bir erkek sizi kesiyor siz bakınca gözlerini kaçırmıyorsa makine bölümüdür, hemen sınıfınıza kaçın. Eğer bir erkek sizi kesiyor siz bakınca size doğru geliyorsa o metal bölümüdür. Boşuna kaçmayın o sizi çıkışta yakalar." Ahaha, tabi ki şaka.

Gerek kızlarla çok içli dışlı olamama, gerek ise ortamda dönen muhabbetler ilgi alanım olmamasıyla çok fazla sosyalleşemedim. Koskoca okulda metal müzik dinleyen 2 kişi mi olur lan?

Her neyse, dershanede böyle olmadı ama, dershanede kız çoktu. Herkes biraz daha kinliydi, herkes biraz daha alacaklıydı dershanede (noluyor lan!?) Dershane benim karakterimin oturduğu yer oldu. Kızlarla daha çok içli dışlı olma, ilk münasebetler falan. Evet benim için geç olmuştu, millet lisede yaşamadığını bırakamazken, benim koskoca 4 sene kız arkadaşım bile olmamıştı. Üniversiteye hazır gittiğim için memnumdum.

Üniversite okuduğum yer çok değişik bir yerdi. Hani derler ya sınavla toplasalar bu kadar adamı bir araya yine toplayamazlar diye, ordaki durum öyleydi. Gerçi sınavla girmiştik ama neyse...

İlk gittiğim zaman çıplak dağlara bakıp nerdeyim lan ben dediğimde baya bir üzüntü vardı içimde. Tabi zaman geçip alışınca bir daha bırakmak istemiyorsun o diyarları. Okulum bulunduğu bölge nedeniyle çok gelişmemişti. 500 kişilik liseden bozma bir yüksek okul. Bırakın KYK'yı özel yurt bile yoktu. Pansiyonlarda, müstakil evlerde kalıyorduk.

Kayıt zamanı bir pansiyon bulduk, temiz giyimli, babacan bir adamın pansiyonuydu. Karısı ve çocuklarıyla pansiyonun bahçesindeki küçük evlerinde kalıyorlardı. 65 yaşlarında birisiydi. Bizimle gayet iyi konuşuyordu, ben onun babası olurum, burada sahip çıkarım, yemeğini eksik etmem, yanlış işlere bulaştırmam, kızlara yedirtmem oğlunuzu deyip gönlümüzü çalan adam okul açıldıktan 2 hafta sonra pansiyonda çılgın atmaya başlamıştı. "Tuttuğunuzu sikin" tarzı lafları. İki akşamda bir sol koltuk altına aldığı şarap şişesiyle kapımıza gelip "gençler içiyor muyuz bu akşam" demeleriyle gönlümüzde taht kurmuştu.

Bir ev arkadaşı bulmuştum kendime. Pek benim kafada değildi. Hatta benim tam tersimdi. Rap müzik hastasıydı son ses açar evde beni rahatsız ederdi. Fazla takmazdım ben de. Kulaklığımı takar bilgisayarda dizi falan izlerdim. Vakit öyle geçer giderdi. Daha sonra anlatacağım bir çok olayla birlikte okulun ilk yarı yılını bitirmiş, evime dönmüştüm. Ocak ortaları falandı işte. Ben dersleri verip geldim, ev arkadaşım ise bütünleme (büt) sınavlarıyla uğraşıyordu.

Bir akşam saat 10 gibi bir telefon geldi bana. Ev arkadaşım arıyordu. Açtım konuşmaya başladık.

- Efendim?
- Kanka napıyon, nasılsın?
- Eyvallah kanka ne yapayım geziyorum

tarzı rutin muhabbetlerden sonra asıl arama sebebine gelmişti.

- Kanka sen seneye de bu adamın evinde kalacak mısın?
- Valla bilmiyorum ki, kararsızım noldu hayırdır?
- Ya geçen gün gece 1 gibi eve geldim. İnternetle işim vardı, sonra tekrar kız arkadaşıma gidecektim. Bu adam geldi, kafası bi ton. Tutturdu bana porno aç diye. Diyorum amca açmak istemiyorum. Yok açacaksın diye tutturuyor. Götten sikiş yok mu falan diye soruyor.
- Alla Allah? Ee.
- Neyse bu bi ara tuvalete gitti geldi. O sırada ben de kapadım laptopun kapağını. Geldi bu fermuarı falan açık ayakta duramıyor. Çıktı gitti. Ben de toparlandım dedim tekrar gelmeden kaçayım hemen. Çıktım dışarı kilitledim kapıyı bi baktım bu eğilmiş bir şeyler yapıyor. Lan bi baktım köpek var önünde, köpeği sikmeye çalışıyor. Gittim hemen Amca napıyosun sen dedim. Toparlandı bu. Köpeğin biri ya falan dedi.
-(ben şok) Oha. Ee.
- Neyse kanka bu toparlandı işte. Şöyle pansiyona baktı. Pansiyondaki herkesde yarı yıl tatilinde. Kimse yok benden başka. Kemal (arkadaşın ismi) bu pansiyonda kimse yok biliyor musun dedi. Ben de tamam amca dedim gittim kızın yanına.
- Kanka demek ki sikecek seni. Göz koydu sana. (gülüyorum)
- Sorma amına koyim, kızın yanına gittim betim benzim atmış kız anladı noldu diyor. Yok bir şey diyorum anlatamadım da. Çok kötüydü kanka (çok korktum sikecekler diye aşkım) kalmam ben seneye bu adamla.
- Ehehe, tamam lan konuşuruz bir ara.

deyip kapadım telefonu. O olaydan sonra seneyi zor bitirdik. Bir sürü olay oldu. Ben şimdi bunları niye anlattım? Ne bileyim niye anlattım. Öyle her gülen yüze, her efendi gibi konuşana kanmayacan demek ki. Adamla sözleşme imzalarken Zeki Müren gibiydi sözleşmeden sonra Tecavüzcü Çoşkun gibi oldu. Demem o ki ev sahipleriyle fazla samimi olmamak lazım yoksa göte göz koyuyorlar.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Muhittin

Çok konuşan, her konuda bir fikri olan, dediğim dedik, kendisinin dediği olsun isteyen bir karaktere sahipti Muhittin. Kendisiyle bir türlü anlaşamam bir yana tanıdığım günden beri her işime burnunu sokması, her ortamda beni rezil etmesi canıma tak etmişti. Bardağı taşıran son damla ise ona verdiğim değerli sırrımı bir başkasına söylemesiydi. Bu olayla birlikle Muhittin ile olan bağlarımı koparmıştım.

Kim mi bu Muhittin? Muhittin benim iç sesim. Ona Muhittin ismini ben verdim. O da çok memnun kaldı bu isimden. Ne zaman Muhittin diye seslensem "Efendim abi!" diye atlardı. Beni yalnız bırakmayan tek arkadaşımdı Muhittin. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Birlikte oturur kalkar, sağa sola laf atardık. Tabi onun dediklerini benden başka kimse duymazdı.

Seviyeli bir iletişimimiz varken bir süre sonra samimiyet sınırımız ortadan kalkmış, yanımda küfür etmeye başlamıştı. Yetmezmiş gibi bu küfürler ara ara bana bile ediliyordu. İlk hatırladığım şey ise yemek yedikten sonra ağız kokusu için çiğnedim sakıza laf atmasıydı.

-(Abi yavşak yavşak çiğneme şu sakızı istersen)
- Ne diyorsun lan sen yavşak falan?
-(Abi öyle ama cak cak çiğniyorsun, rahatsız oluyorum)
- Rahatsız oluyorsan siktir git pezevenge bak.

İlk tartışmamız bu şekilde olmuştu. Benim de ağzımı bozmuştu hayvan herif. Git gide daha da terbiyesizleşiyor iki lafından biri karı, kız ve onların gubarcıkları oluyordu. Korktuğum başıma gelecekti sanırım. Çok yakın zamanda bir kız ile randevum vardı. Kafede oturup bir şeyler içecektik. Uzun zaman sonra belki de bir kız arkadaş edinecektim. Buna engel olmasına izin veremezdim.

O gün geldiğinde ondan söz aldım. Tek kelime dahi etmeyecekti. Susacak ve olayı bana bırakacaktı. Atlamak, karışmak, akıl vermek yoktu. "Tamam abi" dedi ve sustu.

Ben buluşma yerine gittim ve kızı beklemeye koyuldum. On dakika geçmesine rağmen gelmemişti. Bizimki dayanamadı.

-(Abi bu daha ilk buluşmadan böyle yapıyorsa-)
-Oğlum sana sus demedik mi lan?
-(Ama abi-)
-Kes lan! Geldi işte.

Geç kaldığı için mahcup olduğu anlaşılan bir yüz ifadesiyle geldi yanıma oturdu. Muhabbet koyulaşmıştı, çok mutlu olmuştum. Uzun süre sonra kız arkadaş edinmiştim. Hemde kafa dengimdi. Çoğu üniversite öğrenisi gibi o da mizah dergileri okuyor, karikatüristleri tanıyor, onların ideolojilerinden bahsediyordu. Fakat bir konuda zıtlaşmıştık. O Penguen dergisinin daha komik olduğunu savunuyordu, ben ise Uykusuz'un. Basit bir tartışma konusuydu ama fazlaca abarttık. Ortam gerilmişti.

- Hem bir kere Uykusuz'da Memo Tembelçizer diye bir herif var, tamamen boş muhabbet adamı. Tamamen dergide fazlalık yapıyor. Fakat Penguen öyle değil. Hatrı sayılır, emektar karikatüristler var. Uykusuz yanında çocuk dergisi kalıyor.
-Esracım haklı olabilirsin fakat Memo Tembelçizer Penguen'de dahil olmak üzere bir çok mizah dergisinde çalışmış önemli bir karikatürist ayrıca Uykusuz'un kurucularındandır. Ayrıca Penguen'de düz yazı okutabilen kaç tane yazar var? Umut Sarıkaya varken kim okur Kaan Sezyum'u?
-Can saçmalıyorsun! Umut Sarıkaya kim ya? Ahaha. Yazılarındaki zerre akıcılık yok. Çizimleri berbat, espiler bayat..
-(Abi ben bunu vururum.)
-Muhittin sus skerim belanı.
-...efendim?
-Sana demedim Esra sen devam edebilirsin.
-Öyle yani Can. Umut Sarıkaya'ya gülenin kuş kadar aklı yoktur bence.
-Muhittin ben bunu vururum.
-(Abi ne diyor bu ya? Kalk gidelim bu ne mına koyim)
-Muhittin kim Can?
-Ne Muhittin'i?
-Az önce Muhittin dedin?
-Yoo..
-(Abi kalk gidelim)
-Muhittin sus.
-Can ne diyorsun sen?
-Bir şey demiyorum
-(Abi uğraşma hadi gidelim)
-Muhittin bir susmadın mına kodumun yerinde bi dur zaten sinirlendim.
-Can ne diyorsun sen iyi misin?
-(Değil mına koyim, Uykusuz sevilmez mi lan? Hani kızlar Fırat'a hastaydı)
- Muhittin sikeyim belanı.
-Can niye küfür ediyorsun, terbiyesiz.

Bu son cümlesiydi. Kalktı gitti. Yine Muhittinle baş başa kaldım. Hesabı ödeyip çıktım mahalleye geldim. Küplere binmiştim.

-Mına koyim senin Muhittin, bir susmadın lan.
-(Abi ayıp oluyor ne küfür ediyorsun)
-Sus lan orspu çocuğu senin yüzünden kız gitti.
-(Abi teknik olarak kendine küfür ediyorsun)
-Abinin mına koyim senin

Artık iş çığrından çıkmış Muhittin'e aslında kendime saldırmıştım. Önce bir aparkat attım sonra ensemden tutup kendimi yere attım.

-Acıyor mu lan piç?

Araya esnaf girdi, deli mi lan bu diyen oldu. Eve geldim, ağzım burnum kan içinde kalmıştı. Tam odama girecektim ki. Odamda birisinin olduğunu fark ettim. Kapı aralığından gizlice baktım. Kıvırcık saçlı bir çocuk, odanın ortasına kamera koymuş karşısında bir şeyler anlatıyordu. Hışımla içeri daldım .

-Noluyor lan burda!
- Abi merhaba, ben Kadir memnun oldum.
-Ne işin var lan burda pezevenk deyip kıvırcık saçlarından gözükmeyen ensesine vurup evden kovdum.

Nasıl korktuysa kamerasını bile almamıştı.

-Hep sen sokuyorsun bunları eve Muhittin, duyuyor musun beni yavşak.
-(Abi ben seninle konuşmuyorum, bir süre bulaşma bana, çok bozuldu ağzın senin)
-Trip yapma lan karı gibi.

Hakikatten bir süre konuşmadı benimle. Yokluğunu hissetmedim değil. Bak sana ne söyleyeceğim deyip. Bir sırrımı verdim ona. Bunu benimle paylaşmış olman harika bir şey dedi, tekrardan başladık konuşmaya.

Ona verdiğim sır çok mühimdi. Bu Dünya'da onun haricinde bir arkadaşım daha biliyordu. O kimseye söylemezdi. Fakat sırrımı paylaştıktan 2 gün sonra okulda biri bana gelip "Vay Can, demek öyle ha" demesiyle anladım ki Muhittin tam bir rospu çocuğuymuş.

Diğer arkadaşım sırrımı söylemiş olamaz. Bunu yapsa yapsa Muhittin yapmıştır deyip o günden beri asla konuşmadım kendisiyle. Ara ara "Abi?" desede cevap vermedim duymazdan geldim. Bir süre sonra konuşmayı bıraktı. Tam olarak 2 aydır konuşmuyoruz.

Sırrın ne olduğunu merak ettiğinizi biliyorum. Fakat bu bir sır söylenmez mına koyim.

Her neyse deli falan değilim. Ortamda muhabbet edebilecek daha zeki biri yoksa insan kendisiyle konuşurmuş. Neyse şu kıvırcığın kamerasına bir bakayım, neler kaydetmiş acaba...

23 Şubat 2014 Pazar

...Ama olmuyor böyle! (1)

Bazı insanlar vardır çok vefalıdır mesela. Yıllar sonra bile unutmaz seni. Yaptığın iyilikleri, aranızda geçenleri. Ben öyle biri olmayı çok isterdim mesela. Yıllar önce yediğimin, içtiğimin ayrı gitmediği insanları yıllar sonrada unutmamak isterdim. Ama hep unuttum onları. Vefalı olamadım bazı insanlar gibi.

Ben çok fazla tanımadım öyle insan, hatta hiç tanımadım desem daha doğru olurdu.

Liseye ilk başladığım sene, arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Meslek lisesi ortamında kafa dengi arkadaş bulmak çok zordu. Fakat ben bir tane bulmuştum. İsmi Mert'ti. İsmi gibi kendiside Mert bir çocuktu. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmez her türlü ortama birlikte giderdik. Espiri anlayışımız, zevklerimiz uyuşuyordu. Devamlı bir muhabbet içindeydik. Derslerde yan yana oturur, ders dinlemek yerine muhabbet ederdik. Hiç unutmam fizik dersinde konuştuğumuz için müdürün yanına gönderilmiştik.

Müdürün odasında 5-6 tane öğretmen, ayakta olan bana ve Mert'e bakıyorlardı. Biz ise çocuk olduğumuzdan sanki çok kötü bir şey yapmışız gibi korkuyor. Müdürün ağzına bakıyorduk.

Müdür : "Niye konuşuyorsunuz oğlum derste!" diye sordu sert bir ses tonuyla.

Tabi, kendini tutamayan durumdan kurtulmak isteyen ben ise hemen atladım.

- Hocam benim fiziğim çok kötü, ders anlatıyordu arkadaş bana. Geçen sınavdan 20 aldım da ben. Ondan yani dersten bahsediyorduk.

Hoca Mert'e döndü.
- Sen kaç aldın lan?

Mert'in "15 aldım hocam" demesiyle odadaki gerginlik bir anda yok olmuş, kahkahalar patlamıştı. Hayatımda en rezil olduğum an budur herhalde.

Her neyse bir şekilde lise 1 bitmiş. Sene sonu gelmişti. Yaz tatilinde Mert ile hiç görüşmemiş ve konuşmamıştım. O canciğer dostluk yok olmuştu sanki. Bir şekilde yaz tatili bitmişti. Okula gittim. Lise 2'e geçtiğimiz için artık bir bölüme gitmek şart olmuştu. Ana binanın girişine bölümlerin yazılı olduğu kağıtları asmışlardı. Koştum hemen, kendi bölümümü buldum. Hayatım o saatten sonra değişmişti zaten. Ben elektronik beklerken adımın yanında koskoca Makine yazıyordu. Sağlık olsun dedim. O sırada lise 1'den sınıf arkadaşım Gökhan'ın bağırarak "Genjlerr benim adıma bakın bakayım altın harflerle Makine yazmışlar mı?" dediğini duydum. 15 dakika geçti, geçmedi olayın şokunu atlattım. Etrafıma bakındığımda köşede Gökhan'ın ağladığını gördüm. Ne olduğunu sorduğumda "metale atmışlar mına koyim" cevabını vermişti. Onun durumu daha vahimdi lan. Halime şükrettim ve Mert'in bölümüne bakmak için tekrardan ana binanın önüne gittim. Listeyi iki hatta üç kez kontrol ettim. Mert'in adı yoktu orada. Hemen telefona sarıldım. Adının olmadığını söyledim.

- Kanka ben okul değiştirdim, şimdi oraya gidiyoruz, dedi.

İkinci kez yıkılmıştım o gün. O telefon görüşmesinden sonra tam 3,5-4 sene Mert ile bir daha iletişimim olmadı. Telefon rehberimde fazladan yer kaplayan, facebook'umda ise beğendiği gönderilerimi beğenen sıradan biri olmuştu benim için artık.

Bir şekilde liseyi bitirmiş mezun olmuştum. Üniversite sınavını kazanamamış, dershane kaydolmuştum. Mert diye biri sanki hayatıma girmemiş gibiydim. Vefasızdım yani. O eski günler hiç aklıma gelmedi.

Yine sıradan bir gün Facebook hesabıma tanımadığım bir kızdan mesaj geldi. Mesajda resmi bir üslupla "Merhaba, ben Mert'in kız arkadaşıyım, 27 Ocak'ta bir kareoke barda Mert'e sürpriz doğum günü partisi yapacağız. Beni ararsanız detayları size bildiririm 053..." yazıyordu.

Alla allah dedim, hemen telefona sarılıp verilen numarayı aradım. Kızın söyledikleri karşısında ağzım açık kalmıştı, beynimden vurulmuştum. Senelerdir sesini duymadığım arkadaşım kız arkadaşına devamlı benden bahsediyormuş, en iyi arkadaşım, lisede yapmadığımız kalmadı, çok severim vesaire vesaire... İşte bahsettiğim buydu. O vefalı bazı insanlardan biriside Mert'i. Çok duygulanmıştım karşılaştığım durum karşısında.

Mert'in kız arkadaşıyla doğum günü partisinin detaylarını konuştuktan sonra telefonu kapadım. 27 Ocak'ta, yani telefon konuşmasından 5 gün sonra. Senelerdir görmediğim o vefalı adamı görecektim. Kim bilir ne kadar değişmişti. Hala benden uzun mu acaba? Ya da yakışıklı mı? Gidince görecektim...

27 Ocak günü başıma geleceklerden habersiz Sefaköy durağından Metrobüse bindim...